26 Ağustos 2010 Perşembe

4'te ya nasip

Bu akşam yoğun ve bir o kadar da sıkıntılı bir avrupa programı bizi bekliyor. Yıllardır, dünyanın yatırımını yapsakta bir arpa boyu yol alamadığımız, hatta ve hatta sürekli gerilediğimiz Avrupa seyahat girişimilerimizin yeni bir bölümündeyiz.

Bundan 10 yıl önce Avrupa'da zirveyi görmüş futbol izleyicileri olarak, bugün acaba gruplara kalabilecek miyiz diye düşünen takımların ülkesindeyiz. Transfer harcamaları, yatırımlar, sponsorluk gelirleri gibi değerler göz önüne alındığında Avrupa'nın sayılı ülkelerinden biri olmamıza karşın, sistemsizliğimiz, gösteriş hevesimiz ve en önemlisi sabırsızlığımızla bu hallere düştük. Ne hallerde miyiz? Beraber göz atalım;

Turkcell Süper Lig'i ikinci sırada tamamlayarak Şampiyonlar Ligi'ne gitmeyi hak eden Fenerbahçe'nin aslında hiç haketmediğini gördük ilk olarak. Bütçe, taraftar, stat aklınıza ne gelirse Fenerbahçe'nin yanında ufacık kalan bir takımın futbol olarak ne kadar büyüdüğünü ve bizimkileri evine yolladığına tanık olduk.

Avrupa Fatihi, büyük Galatasaray'ımız toplam takım değeri nerdeyse bir Arda'ya eşit OFK karşısında kendi kafesinde kedi oldu, allahtan deplasmanda ne olduğunu hatırladı da atladı bir üst tura.

Bu iki güzide takımımız bir sonra ki etapta kendine gelir, hadi sezon öncesiydi diye bahaneleri kendimize yutturmaya çalışırken gördük ki hapı yutmuşuz.

Şampiyonlar Ligi'nde "Genç Çocuklar"dan korkup evine kaçan Fenerbahçe, bu sefer Kupa 2 de karşısına çıkan "Ateşli Yunan Çocuklarına" deplasmanda boyun eğdi. Şimdi dışarda ki taraftarların içinde "acaba?" sorularıyla dolu bir geceye bizi bekliyor. Olur da, ki allah korusun, elenirse Fenerbahçe bugün yine "kendi evinde" sanırım sorulacak tek bir soru olacak; "Ne olcak bu Fener'in hali?"

Döndük geldik tekrar Avrupa Fatihi Galatasaray'a. Kuralar çekildiğinde; "ne şanslı takım Galatasaray, en kolay kurayı çekti!" diyenlere "Ukrayna Aslanları" öyle bir diş geçirdi ki rakip ormanında, yine şaşkın gözlerle bakakaldık. Bugün OFK'ya yaptığı gibi içerde ki acıyı bir öfkeye dönüştürüp saldıran, ısıran aslanları "bir umut" bekliyoruz. Zaten lig içerisinde 2'de 0 yapan Galatasaray'ın olası elenişi ardından ben size gazete manşetini atıvereyim: "GO HOME RIJKAARD"

Bu süper ikilinin ardından elimizde kalan Trabzonspor ve Beşiktaş'a da küçük bir sayfa açmak gerek. Sezonu diğerlerine göre erken açan Beşiktaş, yıldız oyuncularının bireysel katkılarının dışında hala takım olamadı. Geçen hafta lig içerisinde ki İ.B.B maçında da gördüğümüz zaafların bu gece tekrarlanması durumunda bi kaza yaşanabilir diye düşünüyorum. Ancak ne GS ne de FB kadar umutsuz bir vakk'a değil BJK. Turu geçeceği inancım epeyce yüksek.

Son olarak Trabzonspor. Geçtiğimiz sezona damgasını vuran, ligin kaderini değiştiren kupa galibi, çekebileceği en zor kura olan Liverpool'u seçtikten sonra herkes tek bişey söyledi: "yazık oldu!" Sezona bana göre en iyi giriş yapan takım olan Trabzon'un Liverpool deplasmanında iyi işler yapabileceği inancım yanıltmadı. Eğer son bölümde Umut Bulut golü atmış olsaydı, bu gece içimin en rahat izleyeceği maç hiç kuşkusuz bizim "uşaklar" olurdu. Buna rağmen, Trabzonspor'a güveniyorum.

Bir yazının daha sonuna gelirken, temenniler ve kapanışlar kısmına şunu iliştirivereyim;

- OYNAYIN LAN!

saygılarımla.

24 Ağustos 2010 Salı

bi arkadaşa bakacaktık?


Arkadaşımız Galatasaray.

Bu sene kendisine ne Avrupa'da ne de Spor Toto Süper Lig'te pek rastlayamıyoruz.
Hayır ona benzediğini iddia eden "bişeyler" var ama, yok bu o değil.

Var mı bi gören, bilen? Dipte değil, zirvede olanı.

6 Ağustos 2010 Cuma

Boşvermişlik

Yaz ayları gelince elimi ayağımı çekiyorum herşeyden. Son bir kaç yazım sadece kendimden uzakta kalarak, biterek, yılarak ve sonunda anladığım kadarıyla heba ederek geçmiş.

Çok uzun bir süre sonra anladım ki, etrafımı saran parmaklıklar tüm hayatımı çalmış benden.

Şimdi huzur içinde tüm dünyayı karşıma alabilcek cesareti topluyorum.

Az kaldı. Çok az hem de.