30 Aralık 2009 Çarşamba

Eski yıla ithafen

Bu blog tarihimin en uzun yazısı olacakmış gibi bir hisle başlıyorum yazacaklarıma. Bildiğiniz üzere yeni yıla dair umutlar vs gibi gereksiz konularla ilgili yazılar yazmak moda, klişe, olmazsa olmaz. Maalesef bende bu popüler kültürün esiri oldum sayın okur, yazacağım elbet bende! Umduğunu bulamazsan kızma fakat bana, peşinen uyarıyorum.

2009 yılının başlangıcını hatırladım da. oouv. İlk dakikaları benim için kabus gibiydi. Hatırlayalım... Evde güzel bir home party ekşını içindeydik, kapı çalmıştı tam 12 ye 1 kala ve kuzenler gelmişti. Fakat içerde zaten hali hazırda bi tane mevcut olan kuzenim alkolün etkisiyle elinde ki içkisini benim laptopuma içirme çabasına girmiş bi güzel FN'den Alt tuşuna doğru içkisini boca etmekte idi. E tabi o vakit ortamda yapılması gereken güzel dilekler dileyip öpüşmek iken ben şok ve sinir harbi yaşamıştım. Böyle girilir mi yeni yıla? Girdim!

Böyle yeni yıla nasıl girersen öyle gider muhabbeti var bilirsiniz. Acayip takmıştım bunu kafama. Neyse ki ilk dakikalarda olmasa da ilerleyen saatlerde savaşmamış sevişmiştim... Zira tüm gün, tüm yıl değil.

Geçen seneye baktığım zaman gerçekten mutluluktan ziyade bi çaba, sinir harbi ve zorluk dönemi içinden geçtiğim aklıma geliyor nedense. Her konuda başarısız olduğumu düşündürüyorsun bana 2009 haberin olsun. Neden diye soruyor musun bi de?

- Ameliyattan çıkıp yürümeye seninle başladığımı sanıyorsan yanılıyorsun ben zaten yürümeye başlamıştım. Sen beni futboldan alıkoydun 2009! Sağ bileğimi proteze çevirdin üstüne üstlük.
- Bu sürecin en pis etkilerini sende gördüm ben 2009, söylüyorum inanmıyorsun dimi? Kaç dersten kaldım be senin yüzünden! Hiç çalıştırmadın beni hiç!
-2009 gittin BJK yi şampiyon yaptın mesela,hadi neyse onları şampiyon yaptın da bizi neden uefa'nın en son kademesinden soktun be 2009. El insaf ya!

Güldük eğlendik, geçmişim dediğim ya da dur toparlıcam, onunla var olduğunu düşünen bi adamı önce geçmişinden, sonra onunla kurduğu hayallerden ayırdın 2009 sen farkındasın dimi? bu ciddiydi dimi? sert geldi farkındayım.

Fakat bu kez suçlu sen değilsin 2009, en azından bu konuda seni affedebiliyorum. Velasıl kelam geldik çattık son 2 güne.

Tabi yeni beklentilerimiz var, 2010'dan mı?

Hergün yeni bi sabaha umutla uyurken(!) biliyorum ki açtığım her gün benim için yeni bir süreç. o yüzden yormuyorum seni bu kez yeni yıl. getirme bana iyi şeyler. 2009'un aldıklarını da istemiyorum, kalsın beri de öte de.

Huzur ver, yeterim ben kendime zaten...


Son şarkımız Manga'dan... Beni benimle bırak.

27 Aralık 2009 Pazar

-7-


Blog başlığım, hayatımda kendime açtığım küçük bir parantez benim için 7 numara. Daha çocuk yaşlardan itibaren hep hayaldi benim için. Yeşil sahaya çıkılmış, formamı giymişim. Sırtımda o hep sevdiğim, hep özen gösterdiğim 7 numaramla!

Hayat belki bana istediğim hayal ettiğimi vermedi ya da ben alamadım bilmiyorum. Fakat tek bildiğim ne zaman giysem bu formayı hala kendimi dünyanın en şanslı insanı hissediyorum.

Tüm güzellikleri benimle bütünleştirdiğin için teşekkür ederim sana 7.

7 numaralı formasıyla...

26 Aralık 2009 Cumartesi

Memleket meselesi

Memleketim bi garip hallerde bu ara. Her işimiz de bi sorun var. Öyle ki sayfalarca, gazetelerce yazıyoruz ama bir türlü çözemiyoruz, bırakın çözmeyi bir arpa boyu yol alamıyoruz.

Evet,ben de o konuya değineceğim tabi ki. Hepimizin kafasını kurcalayan bir türlü çözümlenemeyen içten içe hepimizi sonuçlarını merakla beklediğimiz gelişmeleri izlemeye iten memleket meselesinden bahsedeceğim.

Tabata gidecek mi kalacak mı? Delgado gelir, Tabata kalırsa Tello gider mi?

Hassiktir demek istiyorum size. Hassiktir.

23 Aralık 2009 Çarşamba

Babam!

Herkesin babası kendisi için çok değerlidir elbet. Bu kez söz bende. Bence dünyanın en iyi babasının hikayesini anlatacağım biraz sonra.

Bir adam düşünün, siz ne isterseniz yapmak için çalışıp duran, elinden ne gelirse yapmak için deliren bi tip. Arızalımısın oğlum diyesim gelir hep, uğraşılır mı bu kadar? Sonra bakarım ki kendime bitmek bilmeyen isteklerimden nefes alamıyor adam. Yine de gıkı çıkmaz, çalışır, çabalar durur babam!

Bu hayatta onu mutlu eden en önemli şey her halde yemektir. Evet bildiğiniz yemek. Bu yüzdendir ki ona baba demekten ziyade tombik dememin sebebi budur. Her öğlen eve girerken daha giriş kapısından eve ulaşana dek "açım, ölüyorum!" diyişlerini duymadığım gün olmadı heralde. O yemeği yedikten sonra herşeyi isteyebilirsiniz ondan, yapar. Çünkü dünyalar onundur. Böyle bir adam babam. Azla mutlu olan, bizle mutlu olan adam.

Bugün doğum günü. İyi ki varsın tombik oğlan. İyi ki sahibim senin gibi bi adama.

Bugün sana sözüm olsun ki, bu bizim için kalktığın sabahları en huzurlu şekilde ödeyeceğim sana. Gurur duyduğun, duyacağın evladın olcam senin.

O gün gelicek ve o çok istediğin evin bahçesinde sana bu yazıyı okucam.

Doğum günün kutlu olsun ve sonsuz olsun toNbik!!


Seni çok seven oğlun...

16 Aralık 2009 Çarşamba

nerde kalmıştık?

Eksik kalan sözcüklerden bahsedecektik!

Tam olarak burda farkettiğim bişey var. Sürekli eksiğiz. Bu yazı gibi.

Eksik.

10 Aralık 2009 Perşembe

Sıkıldık mı?

Bu blog sayfamı oluştururken planlarım içerisinde yazdıkça yazarım, her ay bi öncekinden muhakkak ki daha fazlasını yazarım diye düşünüyordum. Aslında malzeme bol, fakat yazmaya ayıracak vakit yok.

Bu sınav dönemi sürecinde malesef 70 milyonu(!) benden yoksun bıraktığım için çok üzgünüm. Biliyorum ki hepiniz beni ve kelimelerimi çok özlediniz. Neyse egomu tatmin ettim az da olsa.

Şuan saat sabahın 06:50 si olmakla beraber, yarın ki iki sınavıma da tam olarak çalışmamış hissediyor olmamın sanırım nedeni beynimin sulanmış ve kavramların birbirine girmiş olmasıdır. Sabırsızlıkla Cuma günü saat 6 sularını çekmekle beraber, asıl olarak 12 aralık saat 23 civarlarını beklemekteyim.

Grup tarihinde ilk kez izmir'de. kim? evet evet bildiniz. Redd. Fotoğraflar ve keyifli gecenin detaylarında burda buluşmak ümidiyle.

Esen kalın efenim.

Dip not: - olur da biri okursa. evet çok sıkıldım.

3 Aralık 2009 Perşembe

Maçın Ardından,Twente-Fenerbahce

Maç öncesi puan tablosuna ve kalan maçlara bakıldığında Fenerbahçe'nin favori olduğu bu gruptan çıkmasının kolay olduğu bi gerçekti. Fakat burda kaybedilecek bir 3 puan ve beraberinde gelecek bir Sheriff galibiyeti son maçı zora sokabilirdi. Korkulan olmadı ve Fenerbahçe Lugano'nun attığı golle maçtan 1-0 galip ayrılmayı başardı.

Maça bakacak olursak eğer sonuç bizim için ciddi bi yanılgı. Fenerbahçe, Galatasaray maçından sonra aşağı doğru bir ivme içerisinde bu kaçınılmaz bir gerçek. Gerek oynadığı futbol gerekse saha içi organizasyonlarında büyük yetersizlikler sonucu, oldukça fazla puan kaybetti. Burada Daum'un kadroyu yeterli rotasyondan faydalanarak kullanmadığı, yanlış taktikle çıktığı bir sürü yazıldı çizildi. Bugün de gördük ki Fenerbahçe iyi futbol oynamıyor. Alex'in son bir kaç maçtır isteksiz hal ve tavırlarına rağmen 11'de sürekli yer buluyor olması ve beraberinde klübede bekleyenlerin umutsuz oturuşu takımın ileriki süreçlerde daha da fazla bocalayabileceğini gösteriyor hiç kuşku yok ki.

Formsuz Güiza'nın yetersizliğini bizler görüyor olsak da Daum'un antrenmanlarda bizim henüz sahada göremediğimiz birşeyleri görüyor olduğunu düşünüp forma şansını sürekli Güizadan yana kullanıyor. Beraberinde klübede kalan Semih'i artık konuşmaya gerek yok.

Maç içerisinde Twente tamamen maçın hakimiydi. İlk yarı bittiğinde Güiza'nın ilk dakikalar içinde kafa vuruşu dışında hemen hemen hiç bir atağı yok gibiydi. Bu süreç içerisinde Twente bir çok fırsattan da yararlanamadı. Maçın genelinde bu görüntü çok fazla değişmese de duran toptan bulduğu gol Fenerbahçe için büyük bir şanstı. Kaleci Volkan'ın ikramı, Carlos'un müthiş çabası gibi etkenleri de maç içinde hatırlıyoruz. Önde basan takımlara karşı ciddi bir zaaf içinde olan Fenerbahçe'nin bu şekilde bir üst turda çok fazla zorlanacağını düşünüyorum.

Son olarak bugün ki gazete manşetlerine şöyle bir bakıyorum da, "özellikle" Hürriyet gazetesi spor servisi bizlerden çok başka bir maç izlemiş olacak ki, "Daum bu işi biliyor!" , "Farkı kaçırdık!!" gibi anlam veremediğimiz manşetlerle doldurmuş sayfalarını. Sevgili Ercan Saatçi, ya objektiflikten sanırım biraz uzak ya da akşam yanlış maçı izlediler tüm spor servisi olarak. Onlar bu şekilde manşetler atsada yorumlar kısmında ki Fenerbahçe taraftarlarının isyanlarının üstünü nasıl örtecekler bunu da merak etmiyor değilim.

Fenerbahçe'ye bir üst turda başarılar diliyorum.

1 Aralık 2009 Salı

Aralık

Aslında kızıp söylemek,haykırmak istediğim binlerce kendi içimde sakladığım kelime var. Bir "aralık" bulupta içimden dışarı çıkmayı bir türlü başaramayan binlerce kelime.

İyi olmak zor, kötü olmak gerçekten çok kolay. Klişe mi? - Belki! Fakat...

Herkesi umursayabilir misiniz? Hayatınızın en küçük "aralığından" girmiş olanları bile. Bu küçük "aralıklar" bile canınızı yakabilirken o kocaman, büsbüyük olanların etkisini tahmin edebilirsiniz...

Bazen, eğer fazla iyiyseniz, kimseyi kıramamak uğruna kendinizi paramparça etmek zorunda kalıyorsunuz, bile bile...

Kelimeleri döküp kusmak bile zor gelebilir mi bi insana sırf bunları okuduğunda kendisine yazıldığını farkeder de üzülür mü ki diye?

Hep kötü olmak istesem de, zor olanı sevmek sanırım benim suçum.

30 Kasım 2009 Pazartesi

-Tanıyor muyuz?-yo, yo...

"..Her düşünce,her jest,kas gerginliği,duygu,midenin gaz yapması,burnunu kaşıma,saçı karıştırma,hımlayarak melodi mırıldanma,dil sürçmesi,baş ağrıması gibi her şeyin şu anda olup bitenlerle anlamlı bir ilişkisi vardır.

Eğer bedenimin bana söylediklerini anlarsam,en derin duygularımı bilirim ve ne yapacağıma o zaman karar verebilirim...Kendimi tam anlamıyla tanıyorsam,yaşamımı kendim yönetebilirim.Bu bilinç olmadan,çoğu kez dış etkenler tarafından yönetiliyorum...Verimsiz,üzücü,karışık bir zihinle ve istemediğim bir biçimde..."


(Shutz,1975)

26 Kasım 2009 Perşembe

Manchester United'ın Türk sevgisi

Bizim memleketin 3 büyük takımı vardır, bilirsiniz.
*Galatasaray
*Fenerbahçe
*Beşiktaş

Tarih içerisinde bu üç ekibimiz yazdığım sırayla feci halde Manchester United'ın canını sıkmıştır. Neler mi?

20 EKIM 1993

Manchester United - Galatasaray

* Yer şeytanların mabedi old trafford. Muhtemelen o gün oraya gelen hiç bir Manchester United seyircisi olacakları tahmin etmiyordu. Hele ki maçta goller arka arkaya gelip skor 2-0 olunca Manchester seyircileri muhtemel bir farkı konuşmaya başlamışlardı. Şimdi kelimelerin kifayesiz kaldığı o güzel maçı bir kez daha hatırlayalım.



Bu harika maçın ardından rövanş maçında Ali Sami Yen stadında ki maç 0-0 sonuçlanmış ve Manchester United, Galatasaray tarafından kupadan elenmişti. Uefa bu maçın ardından radikal değişiklere gidip tüm eleminasyon statüsünü değiştirmiş ve seri başı uygulamasını yürürlüğe koymuştu.

Gelelim ikinci büyük Manchester zaferine.

30 EKIM 1996

Manchester United - Fenerbahçe

* Yer yine tanıdık! Old'dayız. Sahasında 40 yıldır kimsenin bileğini bükemediği Manchester United karşısında grupta o sezon pek de iç açıcı işler yapmayan bir Fenerbahçe vardı. Yine kibirli İngilizlerin aklında muhtemelen olmayan tek bir sonuç vardı o da kaybetmek. Mümkün müydü? -EVET. Elvir Boliç'i bir kez daha anarak o karşılaşmanın golünü hatırlayalım.



Bu maçın ardından Manchester United muhtemelen bir daha erişilmesi çok zor bir rekoru tarihe gömmek zorunda kaldı. Sir Alex Ferguson'a sorulsa muhtemelen en çok içini acıtan maçların başında hiç kuşku yok ki bu olacaktır.

Son olarak en taze galibiyetimize gelelim.

25 KASIM 2009

Manchester United - Beşiktaş

Yer, Kırmızı Şeytan yuvası. Şampiyonlar Ligi grup elemelerinde çıkmayı çoktan garantiliyen Manchester United ile Avrupa'da yoluna mutlaka devam etmek isteyen ve bunun için kazanmaktan başka çaresi olmayan Beşiktaş karşı karşıya geldi. Maç öncesinde muhtemel bir CSKA Moskova puan kaybını bekleyen Beşiktaş, Rusya'dan gelen haberle üzülmüştü. CSKA Moskova evinde Wolfsburg'u 2-1 yenerek puanını 7 yapmış, henüz 1puanı bulunan Beşiktaş'a Manchester'ı orda yenmekten başka çare bırakmamıştır.



...ve Beşiktaş gereğini yapmıştır.

20 Kasım 2009 Cuma

BEN BİR DUVAR YAZISIYIM...


Sessiz çığlıklarını duyan bir yer gibiyim.


Hissettiklerini yazarken, sorgulanmayan bir yerim.

Yargılama yok, karışmak yok!

Ben ve yazdıkların sadece.



Ben bir duvar yazısıyım,sessiz ve yalnız.

12 Kasım 2009 Perşembe

Değerli Konuğumuz Ümit Kayıhan'la Söyleşi


Bugün okulumuzda Türk Futbolunun en renki yüzlerinden biri olan Ümit Kayıhan'ı ağırladık. Oldukça samimi bir ortamda tüm sınıf düzeyinden futbol antrenörlüğü öğrencilerinin katılımıyla oldukça güzel bir konferans gerçekleştirdik. Bu konferansla ilgili detayları anlatmadan önce Ümit Hocaya hoş sohbeti ve bilgi paylaşımı için teşekkür etmek istiyorum.

Okula başladığımdan beri sürekli bir kaç hocanın bizlere gelip bilgi aktaracağından bahsedilse de malesef bu bizlere hiç nasip olmamıştı taa ki düne kadar.

Normal bir insan evladı olsa da televizyonda gördüğünüz,eleştirdiğiniz,güldüğünüz ya da kızdığınız bir adamı karşınızda görünce ister istemez heyecanlanıyorsunuz az da olsa. Biraz komik bir tablo olsa da gayet keyif aldığımı söylemeliyim.

Konferansa okul müdürümüz Birol Doğan'ın açılış ve takdiminden sonra Ümit Kayıhan söz almasıyla başladık. Kısaca kendini bizlere tanıttı. İnternette konferans öncesinde yaptığım araştırmalarda 1954 doğumlu olduğunu okumama rağmen 1955'li olduğunu deklare ederek başladı. (yaşlanıyorsun hocam kabul et) Son derece güzel giyinen hocamızın konuşması ve ses tonu kesinlikle karşısındakini onu dinlemeyi sağlayacak kadar etkiliydi. Çalıştığı klüpleri, çalışma sistemlerini, sorunları, maruz kaldığı haksızlıkları birer birer ve samimiyetle anlattı bizlerde büyük bir dikkatle dinledik.

Konferansın ikinci bölümünde ise bizlere söz verdi Ümit Hoca. Antrenman Bilimi çerçevesinde tüm sorularımızı yanıtlamak istediğini belirtmeden geçmese de pek bilim soran olmadı. Gençlerin yeterince neden kullanılmadığı, haftasonu televizyonlarda yayınlanan programlarda ki eleştirilerin takımları ya da kendisini etkileyip etkilemediği, Yükseklik antrenmanıyla ilgili yaptıklarını, Antrenörlerin maruz kaldığı soyunma odasına giren başkan eleştirilerini ve saldırılarını büyük bir içtenlikle yaşadıklarını içine katarak cevaplandırdı.

Benim sorumsa malesef bizim ilerde ki yaşamımızda belki de en çekindiğimiz durumlardan biriyle alakalıydı. Aramızda ki soru cevap durumunu aynen aktarmaya çalışacağım.

T.Y: - Hocam öncelikle okulumuza hoşgeldiniz.
Ü.K: - Hoşbulduk :)
T.Y: - Hocam, ismim Tolga ve 3.sınıf öğrencisiyim. Bize toplantıda çalışma stilinizi anlatırken yanınızda fizik kondisyon işini iyi yapıcak, beslenme uzmanı, iyi bir psikolog gibi bir çok konuda eğitim almış birden fazla antrenör çalıştırdığınızdan bahsettiniz ve bunların gerekliliğinden. Peki merak ettiğim birşey var, bizler burda 1.sınıfın 1.döneminden itibaren çocuk psikolojisinden başlayarak genel psikoloji eğitimi alıyoruz. Mükemmel seviyede antrenman bilimi, düzenli beslenme gibi derslerin eğitimini alıp mezun oluyoruz. Fakat görüyoruz ki piyasada ki hocalarımız nerde futbolu yeni bırakmış oyuncu var yanlarına onları dahil ediyor fakat bizleri görmezden geliyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Ü.K: - Güzel bir soru öncelikle teşekkür ederim. Ben zaten yanımda 2 tane akademi çıkışlı antrenör çalıştırıyorum. Biri kaleci antrenörüm. Dışarda işler malesef böyle yürümüyor, çünkü piyasa dediğimiz yerde 10-15 antrenör bulunmakta ve klüpler bu hocaların çevresinde sürekli dönmekte. Ben X klübünden ayrılıyorum bir başkası oraya geliyor ben Y'ye geçiyorum bu şekilde dönüp dolaşıyor. Çünkü klüpler başarılıdan ziyade isimler etrafında yoğunlaşıyor. Bizler ekip kuruyoruz evet, fakat her antrenör malesef kendi ekibini kabul ettiremiyor. Ya ücretlerle anlaşılamıyor ya da kendi adamları buralarda yer alsın isteniyor, kendi bildiği güvendiği kişilerle çalışmak istiyorlar. Burda biraz da hatayı sizlerde görüyorum. Hocalara ulaşmıyorsunuz, Türkiye Futbol Federasyonu'nun internet sitesinde tüm antrenörlerin mail adresleri var. Kendinizi onlara anlatabilir, randevu talep edebilirsiniz. Şahsen ben onlarca stajer hoca çalıştırdım yanımda sizlerin arasından ve yoluma ekibime kattığım arkadaşlarımda var bahsettiğim gibi. Burda iş biraz da sizde bitiyor.
T.Y: - Teşekkür ederim.

Şu anlattığım diyalogtan da gördüğümüz gibi, bu piyasada işimiz çok kolay değil. Fakat imkansız değil.

Bu soru cevaplar hocamızın bize ayırdığı yaklaşık bir buçuk saatlik kısımlık sürede netleşmişti. Aklımda tek kalan soramadığım soru ise, Ümit Hoca bize hep yaptığı haftalık programlardan bahsetti ve bunların öneminden. Hocam, haftalık programlar evet önemli. Fakat bir klübü aldığınızda ilk olarak yıllık program, sonrasında aylık,haftalık ve en son günlük programlar hazırlanır. Türkiye'de kaç antrenör yıllık program uygulayabiliyor? Ya da siz kaçını uygulayabildiniz?...

Malesef ülkemizin bu antrenör alışveriş sevdası bitmedikçe biz bu konuları çok konuşur,pastanın tabağını sıyırmaya bir süre daha devam ederiz. Bugünlük bu kadar, dağılabilirsiniz.



Not: Fotoğraflar için Melih Hocama teşekkürlerimi sunarım.

7 Kasım 2009 Cumartesi

Anahtar deliğinden gördüklerim...

Bu sene üniversitede ki 4.yılım. Yavaş yavaş okulumun sonuna yaklaşırken işimle alakalı ilk kez "ciddi" bir adım attım bugün. Futbol oynadığım dönemlerde çoğu kez kapısından döndüğüm, istediklerimi bir türlü gerçekleştiremediğim, şanssızlıklardan ya da sakatlıklarımın izin vermediği yerdeydim.

Bu kez farklı bir rol aldım. Ilk defa antrenör sıfatıyla resmi olarak bir klüp bünyesindeydim. Herşeyin başlangıcı güzel, umut dolu ve düşüncelerimiz hep olumlu olur ya; o yüzdendir ki "başlangıçlar önemlidir."bizi her defasında yeniden gaza getirmek için harika bi cümledir.

Fakat bu kez ne güzel bi cümle vardı ne de umut dağıtan insanlar. Okula başladığımızda hocalarımızın bizi motive eden sözlerinden çok uzaktı burdaki cümleler. O vakit farkettim ki bizim yıllardır gelecek diye gördüğümüz sadece anahtar deliğinde ki o ufacık yer kadarmış. Gerçekle yüzleşmek ve eleştirilere karşı durabilmek çok kolay değildi. Hüsrana yakın ve bir o kadar da umutsuz bir tablo vardı.

Karşımızda Türk futbolunda çok önemli hocalar yetiştirmiş, 3 sene önce şu an okumakta olduğum okulun müdürlüğünü yapmış Uefa PRO lisansa sahip başarılı bir geçmişe sahip hoca durmaktaydı. Öylesine kendinden emin bi tavır içindeydi ki, antrenman bilimini o an orda hatim etsem fayda etmeyecek gibiydi.

Kısa bi selamlaşma faslından sonra hayatımda ilk kez duyduğum bir ismi sordu bize. Herkes birbirine "kim lan bu?" gözleriyle bakarken, Hoca;" ben sizi denedim, sizden hiç bişey olmaz! " diye yapıştırdı kelimelerini tokat gibi suratımıza. 2 dönem önce milli takım antrenörlüğü yapan Ersun Yanal'ın o dönem ki yardımcısının adını bilmiyor olmak aslında çok doğal olsa da, o an "lan hass..tr, nası bilmeyiz beee!" şeklinde aptallaşmamıza bile neden olabilmişti. Aldığımız eğitimden, başımızda ki hocalara kadar her konuda bi fikri vardı. Biz çok eksiktik, onun gözünde tam olmamızın da pek mümkünatı yok gibiydi. Haksız diyemiyorum. Piyasa buysa, kabullenmek istiyorsak her konuda bir fikrimiz her isim hakkında acabalarımız olmak zorundaymış. Onu bi kaç dakika içerisinde kafamıza sokmuştu.

Görüşmelerimizi bu şartlara ve olumsuzluklara rağmen tamamladık ve çalışmak için kabul edildik.

###
Pazartesi gününden itibaren resmi olarak antrenör sıfatıyla ilk antrenmanıma çıkmak için sabırsızlanıyorum. Anahtar deliğinden daha geniş bi ufukta olduğuna inandığım geleceğim için ilk adım bu olacak. Herşeyin hayırlısı olmasını diliyorum...

4 Kasım 2009 Çarşamba

Zakkum-Ahtapotlar




biz guzel olamadik, sorular soramadik
birbirimizden baska bir cevap bulamadik
biz hic alisamadik, bir kaliba uyamadik
birbirimizden baska bir dala konamadik

son bir gece daha cirkin olalim
aynalara degil, birbirimize bakalim
bir hayatti tutunamadik
gel ona bir son yazalim

biz guzel olamadik, dikis tutturamadik
birbirimizden baska bir siper bulamadik

son bir gece daha cirkin olalim
aynalara degil, birbirimize bakalim
bir hayatti tutunamadik
gel ona bir son yazalim

gomlegim beyaz olsun, sen sec kiravatimi
etegin kirmizi olsun, acik birak saclarini
son kez giyin benim icin ve sen utule kravatimi
bir kagit bir kalem bul, karala son satirlarini

ahtapotlar gibi son defa dolanalim birbirimize
ellerimde ellerin elele..

son bir gece daha cirkin olalim
aynalara degil birbirimize bakalim
bir hayati tutunamadik
gel ona noktayı koyalım

3 Kasım 2009 Salı

İstanbul





Hayatta her istediğimizi planlayarak başaramıyoruz malesef. Tam bir yıl önce aklımdan geçenleri, tam bir yıl sonra yaşamak garip, bir o kadar da güzeldi aslında.

---------------------- # ---------------------

Geçtiğimiz yıl bu zamanlar da geçirdiğim ameliyatın etkilerinden yavaş yavaş kurtulmaya başlamıştım. Ameliyatlı olduğum süre boyunca kafamın içinde ayağa kalktığım zaman "yapacağım" dediğim onlarca fikir geziniyordu. Herşeyi yapmam için tek şartım düzelebilmekti sadece. Düzeldim...

---------------------- # ---------------------


Fakat bazen hayat çalıştığımız yerden sormuyor sorularını, sorunlarını. Beklediklerin, ümit ettiklerin ya da vazgeçtiklerin, hiç birine planladığın gibi merhaba ya da güle güle diyemiyorsun. Cevaplar ya da sonuçlar istediğin gibi olmayınca yaşadığın hayatta başkalaşıyor, engel olamıyorsun.

Tüm bu yaşadıklarım içinde keşke dediğim, diyemediğim ve demek istemediğim nice olaylarla geçti bu bir sene... Bir sene sonra söz verdiğimden farklı bir şekilde gittim İstanbul'a.

Giderken İzmir'den ayrıldığım andan itibaren, kendime sorduğum ve cevaplarını kesinlikle netleştiremediğim sorunları da bavulumda taşıyor gibiydim aslında. Gece fazla karanlıktı ve feribotla karşıya geçerken güverteye çıktığımda usul usul yağmur yağmaktaydı. Soğuktu. Aldırmadan dakikalarca oturdum güvertede. Bol bol üşüdüm.

---------------------- # ---------------------


Tam bir sene sonra vardım İstanbul'a. Biraz yorgun ve uykusuzdum. Fakat tüm bu yolculuğun yorgunluğunu unutturan bir mutluluk vardı içimde. Söz verdiğim yerdeydim. Artık kafamdaki soruları, sorunları cevaplayabilmek benim için daha kolay olacaktı.

Başardım. Her cevap duymak istediklerim olmasa da başardım. Eksik bıraktığım, yarım kalanları az da olsa doldurabildim.

Son olarak;
Tam bir sene sonra vardım İstanbul'a. Bu yüzdendir ki, özür dilerim -İstanbul- geciktim.

24 Ekim 2009 Cumartesi

Derbi!

25 Eylül 2009...
Yer, Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadı. Ve olasılıklar...

Türkiye'de nice toplantılar, organizasyonlar ve etkinlikler yapılır sürekli. Fakat hiç birisi şu yarın ki Fenerbahçe-Galatasaray maçı kadar ilgi çekici olamaz hiç bir zaman. Yıllardan beri süre gelen ezeli rekabet, ebedi dostluk dedikleri ve bunca zamandır heyecanını hiç yitirmemiş başka bir etkinlik hatırlıyor musunuz?

Düşünün ki aynı sarının bir tarafı kırmızı, diğer tarafıysa lacivert. Sarı her ne kadar ortak olsa da kırmızıyla, lacivert bir o kadar zıttır o sahanın içinde. Her daim birbirlerine üstünlük sağlama çabasındadır bu ikili. Ne kırmızı razıdır beraberliğe ne de lacivert. Onlar için çoğu zaman kazanmak şampiyonluğa eş değer tutulur. Böyle bir maç tabi ki şartlar bu olunca bu kadar çekici bir hal alıyor.

Gelelim yarın ki maçın değerlendirmesine. Yaklaşık 9 sezondur Galatasaray ezeli rakibi Fenerbahçe karşısında Kadıköy'de kazanamıyor. Bunun yarattığı psikolojik baskı, yıllardır ciddi şekilde hissediliyor. Fenerbahçe'nin bu sezonda kendi takım kadrosundan, oyun şablonundan önce en büyük güvencesi hiç şüphe yok ki yine bu olacak. Bu sezon çok gol atamasa da, az gol yemeyi başarabilen Fenerbahçe'nin en büyük artısının bu olduğu söylenebilir. Fakat, bu sistemin içerisinde ki önemli oyuncuların sakatlığı yarın ki maç için ne derece sıkıntı yaratacak, hep beraber izleyip göreceğiz. Kaptan Alex'in takıma yaptığı katkının her seferinde altını çiziyor spor yazarları. Hatta geçen hafta kaybedilen Gaziantep maçının en büyük nedenlerinden biri olarakta bu gösterildi. Bu maçta kadro sıkıntısı çekerse Fenerbahçe bu 9 yıllık seri bozulabilir.

Galatasaray cephesine baktığımızda, bi kaç haftalık sıkıntılı, çalkantılı dönemin bittiğini ve ortalığın süt liman olduğunu gözlemliyoruz. Bir tek Emre Aşık'ın sakatlık problemi dışında hemen hemen tam kadro olan Galatasaray,Fenerbahçe'ye oranla bu konuda bir hayli avantajlı durumda. Son haftalarda form grafiği tavan yapan Abdul Kader Keita, Fenerbahçe'nin en çekindiği isimlerin başında geliyor. Buna bir de Daum'un sol tarafta küstürdüğü Roberto Carlos'un eski günlerini aratan performansı eklenince, taraftarların çekincelerini anlamak oldukça mümkün kılınıyor.

Bir tarafta ofansif anlamda harikalar yaratan Galatasaray, diğer tarafta sezon başından beri yaptığı savunmayla övgüler alan Fenerbahçe. Bir de göz ardı edilemez kadıköy gerçeği. Sonuç ne olursa olsun, harika bir maçın bizleri beklediğine hiç bir şüphe yok. Olaysız, keyifli bir derbi olması dileğiyle.

22 Ekim 2009 Perşembe

Karşılamalar ve kutlamalar

Bugün bloğuma yazmayı planladığım bambaşka şeyler vardı fakat sabahtan beri okuduğum gazeteler, izlediğim haberler karşısında "ağzımı açmadan" geçmek istemedim.

Düşünün ki bir katil, elinde silahı, zihninde tuzağı, fikrinde kazığı barındırmış, senin evladına kurşun sıkmış, sokakta çocuğunu bombalamış ve en önemlisi özgürlüğüne çomak sokmuş. Bu katil ki senin ekmeğinden arttırdığın üç-beş demeyip arttırdığın yeri geldiğinde "canını" bağışladığın vatan toprağına elini kolunu sallaya sallaya değil, tabutla bile gelemez "ulan" derken, bir de baktık ki, lazer gösterileri, "siyasi parti otobüsleri" tepesinde halkı selamlar turlar atar olmuş.

Vay benim vatanım harbiden kurda kuşa yem olmuş da, sen, ben oturup izlemişiz. Helal olsun bize. HEPİMİZE.

Bugün akşam haberlerinde "siyasi parti" İstanbul il başkanı diyor ki: "avrupadan gelecek olan 'arkadaşlarımızı' karşılayacağız, onları da böyle kucaklayacağız."

Sonra yine aynı akşam haberlerinde "başbakanım" çıkıp diyor ki: "Siz böyle yaparak olayları kışkırtıyorsunuz, tehlikeli işler yapıyorsunuz."

Ah be güzel kardeşim, 600 yıllık topraklarda kardeş kardeş yaşarken kim ne zaman sordu size "açın" bizi diye? "açtınız da" gördünüz umarım.

Bugünden sonra işlerin seyrinin değişeceğini düşünüyorum. Çünkü "siyasi parti" başkanı açıklamasında diyor ki: "bizden korkmayın."

Ve ben de ona diyorum ki: "bu vatan evladı, ne zaman kimden korktu?"

Şimdi herkes otursun ve düşünsün, düşünsün bu memleketimizi kimlere bıraktık diye. Umarım düşündüklerine cevaplarını bulduklarında hala benim diyebileceği "sınırların" içinde yaşayacaktır.

21 Ekim 2009 Çarşamba

7 Numaralı Formasıyla!

Bu hayatta herkesin öyle ya da böyle mutlaka söylemek istedikleri vardır. Bir de bu söylemek istediklerinizin herkes tarafından duyulmasını istemekten kendimizi alıkoyamayız. Dünya üzerinde bir çok internet kullanıcısı kendi bloglarını oluşturmakta ve bir şekilde dünya ile fikirlerini paylaşabilmektedir. Biraz benim için geç olsa da planladığım blog sayfasını sonunda oluşturmaya başlayabildim. Umarım söyleyecek sözlerimi duyacak birileri olacaktır ve bu sözler onun hayatına bir şeyler katacaktır.

Saygılarımla.