26 Aralık 2010 Pazar

Bunun adı AYIP!

17 yaşında gencecik çocuklar, ilerde hayallerini kurduğu takımların forması altında kendilerini göstermek ve o giydikleri formayı hak etmek için sahada ter döküyor.

Sahaya ilk çıktıklarında, onları desteklemeye gelen abilerini, ablalarını görüyorlar mutlu oluyorlar...
Deplasmana gelen takım oyuncuları bu destek altında belki de daha fazla motive oluyor ve dolu tribünler önünde oraya gelen futbol severlere(!) güzel bir maç izlettirmek istiyorlar.

Daha oynanması gereken bir 45 dakika varken, devre arasında soyunma odasına gitmek isteyen o gencecik çocuklar o koca koca abilerinden hiç hak etmedikleri bir şekilde dayak yiyor.

Sonra çıkıp bu ülke genci neden bi arpa boyu yol almıyor diye hayıflanma! Hepsi senin eserin çünkü abisi, ablası!

Yazıklar olsun diyecek hiç bir şey yok!






Anne sesimi duymuştu birileri!

18 Kasım 2010 Perşembe

Cristiano'nun dramı!

Sen tüm İspanya savunmasını geç, yerlerde süründür, tam takımı zafere götür...

Bir Brütüs hikayesidir bu. Biz her ne kadar Sezar'a fazlasıyla hakkını teslim etsekte Nani'nin bu hainliğini affetmeyeceğiz!


Biraz daha kalmaz mıydınız?




Galatasaray, Avrupa'da sallanıyor, lig içinde çalkalanıyordu. Tribünler bağırıyordu, yeter artık gelsin Misimoviç-Emana diye!

Ben diyeyim 2 ay, siz deyin 3. Emana gelmedi. Misimoviç geldi. 10 NUMARA aldılar...

18 Kasım 2010' da kadro dışı bıraktık. Hayırlı olsun.

4 Kasım 2010 Perşembe

Milan küçük kulüp mü?





Yaklaşık iki haftadır aklımda olan bir konu var. Fakat bu süreçte yazmaya pek fırsat bulamadığımdan erteledim durdum. Hepimizin bildiği üzere, Rijkaard ile Galatasaray yollarını ayırdı. Bu süreçten sonra bir çok teknik direktör yazıldı çizildi. Basında çıkan isimlerden bazıları hakkında o kadar komik yorumlar vardı ki, bu yazıyı yazmak benim için farz oldu.

Galatasaray yönetimi, Hagi ile anlaştı. Hagi öncesinde, Daum, Hakan Şükür, Hikmet Karaman, Abdullah Avcı gibi isimler hep gündemdeydi. Bu isimlerden Hikmet Karaman ve Abdullah Avcı'ya söylenenler çok garipti. Onlar büyük takım hocası mıydı? Bu zaman dilimi içerisinde yapılan ağır eleştirilerden bazıları, hocaların geçmişleri, çalıştırdığı takımlar, sergi
ledikleri tavırlar ve aklınıza "kötülemek" adına ne gelirse yapılan tamamiyle saçma sapan eleştirilerle doluydu.

Eleştirdiğimiz isimlerden Hikmet Karaman'ın geçmişine şöyle bir bakacak olursak, Hikmet Karaman'ın hocalığını yapan isimler, Türk Milli takımımızı son maçta mağlup eden Azerbeycan'ı şuan da çalıştıran Alman futboluna damga vuran isimlerden Berti Vogtz, hepimizin çok yakında
n tanıdığı, Holger Osieck, Bernt Stöber ve Rute Möller gibi isimler vardır. Bugün yanlarında çalıştığı isimlerden çok şeyler öğrenerek Morinho gibi bir örnek karşımıza çıkıyorsa eğer ve buralara kadar geldiyse, Hikmet Karaman isminin bunlardan hiç bir şey öğrenmeden ve üstüne "bir şeyler" koymadan buralarda olması pek mantıklı gözükmese gerek. Ama biz kararı verdik, "büyük takım hocalığı yapamaz!"


Galatasaray büyük kulüp doğru. Peki bu sezon Milan'ın anlaştığı teknik adamın kim olduğunu hatırlayalım. Massimiliano Allegri. Milan'dan önce çalıştığı takımlara bir bakalım, Aglianese, Spal, Grosseto, Sassoulo, Cagliari ve son olarak Milan! Evet, yanlış değil, koskoca MİLAN. Daha henüz 43 yaşında ki bu genç teknik adama Milan takımının kapıları açabilirken, biz böylesine kariyerli ve gittiği kulüplerde başarılar ve takım beraberliğini sağlayan Hikmet hoca'ya büyük takım hocası değil diyorsak, ona yaptığımız büyük bir haksızlıktır!


Ülke olarak insanları damgalamayı çok seviyoruz. Yıllardır dünyanın en başarılı ülkesiyiz ya, işte sebebi bu. Bu ülke insanının içinde barındırdığı ön yargıları, kulaktan dolma klişeleri, aşmak gerçekten çok zor. Kariyeri başarılarla dolu Del Bosque'yi, Rijkaard'ı yemedik mi hep beraber? Biz kendi yetiştirdiğimiz evlatlarımızı küçümsemeye devam ettikçe, emin olun "böyle" başarılı(!) olmaya devam edeceğiz her kulvarda. Hikmet Karaman, Abdullah Avcı, Galatasaray'ın başında başarılı, olurdu, olmazdı bu başka bir konu ama şunu unutmamak lazım, Rijkaard'a bile kötü dediysek, bırakalım biraz da bizimkiler kötü olsun.

Saygılarımla.

19 Ekim 2010 Salı

Çağırın beyler rahvan gelsin!


Galatasaray'da işler yolunda gitmiyor. Geçtiğimiz sezon yaşanan başarısızlığın üstüne, kadro içerisinde bir takım revizyon yapılmış, Frank Rijkaard'ın takımım "kalitesiz" açıklamasının üstüne yabancılar konusunda yenilikler yapılmıştı. Galatasaray sezon öncesi hazırlık kampında en çok göze batan takımların başındaydı. Etkili ve istekli görüntüsü bu sezon Rijkaard'ın artık adaptasyon sürecini atlattğını ve Galatasaray'a o beklenen ve arzulanan çağdaş futbol vizyonunu tamamiyle yansıtabileceğini ön görmekteydi.


Uefa Euro Lig ile birlikte başlayan hüsran serüveni, Koskoca Galatasaray'ı daha sezon başında annesinin evine sürüklerken, bir de baktık ki burada bile üvey evlatmış. Önce geciken transferlere bağlandı tüm sıkıntı. Galatasaray yetersizdi. Tribünler gelsin Misimovic, Emana tezaruhatlarıyla inliyordu. Yapıldı. Avrupa'da havlu atan Galatasaray'ın canavar pardon, tam kendisi gibi aslan kesilmesini umduğumuz lig içinde miyavlamaya bile mecali olmayan futbolunu izledik. Kesinlikle iyi oynamadan kazanılan 4 maç gözleri boyadı. Ama ortada bir gerçek vardı ki takım futbol oynamıyordu.


Son Ankaragücü maçında taraftarın sabrı(!) taştı ve Rijkaard istifa diye bağırdı. Galatasaray yönetimi acil toplandı ve henüz öğrenemediğimiz kararlar alındı. Rijkaard gitmek üzere deniliyor, peki neden?


Türk futbolunu yıllarca en önde temsil eden Galatasaray takımına baktığımız zaman, hep milli takıma en çok oyuncu veren takım olmuştu. Yerli oyuncularının bu kalitesi, yabancı oyuncularla birlikte harmanlanarak büyük başarılar elde edildi. Bugün Galatasaray'ın kadro olarak en büyük yetersizliği ve geçmişine göre eksi tarafı yerli oyuncularda ki kalitesizlik. Ne yazık ki yapılan yabancı transferlerden Misimovic'in son Ankaragücü maçında Baros'tan başka pas yapacak adam bulamayışı bunun en güzel örneğiydi.


Galatasaray kötü. Gerçekten çok kötü. Bazen kötüyken bile kazanabilen, yokluklar içerisinde yaptığı mücadeleden tek bir şey sayesinde hep galip çıkmıştı; "motivasyon". Bu sezon saha da ne acı ki ruhsuz bir takım görünümünden kurtulamadı. Bunu Rijkaard bir şekilde başaramadı. Bu saatten sonra da başarabilmesi pek mümkün gözükmüyor.


Sezon ortasında yapılan antrenör değişikliklerini doğru bulmasamda, bu kötü kadronun ancak yeni bir heyecan ve motivasyon desteğiyle toparlanabileceğini ve seneye avrupa da mücadele edebilecek bir sırada(bakın şampiyonluk demiyorum) bitirebileceğini ümit ediyorum.


Ufukta gözüken Rijkaard vedası için, ona katkılarından ötürü teşekkürlerimi sunup, onu anlayamayan(anlaması pek mümkün olmayan) ülkem futbol guruları adına özürlerimi sunuyorum.


Saygılarımla.

16 Ekim 2010 Cumartesi

Nuri Şahin'in İntikamı!

Lucas Podolski, bir pozisyon sonrasında Nuri'ye, size nasıl 3-0 "çaktık" gibisinden hareket yapar. Nuri'de maçın sonunda attığı golle, Podolski'ye hayatının hareketini çeker.

Unutulmazlar arasında yer alıverir.


14 Ekim 2010 Perşembe

Bahaneler bitmez!

Türk futbolunun geldiği noktayı sayfalarca yazdık, durduk. Yabancı hoca bize göre değilmiş, Terim'in günahı neymiş? Böyle takım mı kurulurmuş? Bitmek bilmeyen sorular ve sorunların hiç bir doğru cevabını bulamadan 6 puan kaybettik.


İlk iki maça 6 puanla başlayan Türk Milli takımı, son iki maçta 0 çekti. Grup liderliği maçında Almanya'ya, telafi maçında Azerbeycan'a bir güzel kaybettik. Futbol oynamadık yine ve de kötüyken bile kazanabilmeli büyük takım olgusunun kilometrelerce uzağına düştük. Peki neydi sorun? Neyi yanlış yaptık?


Fatih Terim ile beraber başlayan Milli takımı, kulüp takımı havasına bürümek ve kaynaşmayı hızlandırmak, kısa vaade de bize katkı sağlasada, uzun vaade de yani şu an bize acı veriyor. Fenerbahçe maçında bırakın Beşiktaş izleyicisini, futbol severleri bile çıldırtan futboluyla formsuzluğunun zirvesinde ki Nihat! Stoke City'nin 25 kişilik kadrosunda bile yer bulamayan Tuncay! Fenerhabçe 11'ine giremeyen Özer. Galatasaray'da son haftaların en çok eleştirilen oyuncusu Hakan Balta! 11'e girmeyi bırak, sonradan bile oyuna giremeyen Semih... Tüm bu isimlerin Türk Milli takımının 11'ini oluşturan temel iskelet olduğu düşünülürse, sorunun ne olduğu gayet ortaya çıkacaktır.


Sonuç olarak, Türk Milli takımının kadro kalitesi, isim olarak yeterli olsun diye uğraşırken, form seviyesini yerlerde süründürüyoruz. Avusturya maçına kadar 4 ay var. Bakalım, oyuncuların form tutmasını mı bekleyeceğiz, yoksa form tutmuş çalışkan çocuklardan bir kadro mu kuracağız?


Hiddink ya farkını ortaya koyacak ya da gazetelerin "GO HOME" manşetlerine razı olacak. Biz de hayal kırıklığı reklamlarına bir yenisini ekleyip güleriz, ağlacanak halimize.


Saygılarımla.

14 Eylül 2010 Salı

Karadeniz'de fırtına sert esiyor!

Tüm dünyada ligler başladıktan sonra en çarpıcı sonuçların İngiltere'de alındığına tanık olduk. Arka arkaya alınan 6 gollü maçlar bir an da bütün dikkatlerin zaten ilginin üst düzeyde olduğu premier lige kaymasını sağladı. Her daim bilinen akıcı, yüksek tempolu İngiltere futbolu bizleri mest etti.

Ligimizde sert, temposuz maçlar ve yüksek beklentilerle oluşturulan takımların ardı ardına kötü futbolları beklentileri inanılmaz derecede düşürmüştü.

Bugün televizyon karşısına geçip maçları beklerken, acaba maç mı izlesem yoksa gidip bir kaç dvd mi karıştırsam diye düşünmedim dersem yalan olmaz. Futbola olan aşkımın ağır basması beni inanılmaz bir hatanın eşiğinden döndürdü.

Yer Avni Aker, Trabzonspor - Sivasspor. Başlama düdüğünden, son düdüğe kadar temponun neredeyse hiç düşmediği, inanılmaz asistler ve birbirinden güzel gollerin atıldığı çok lezzetli bir maç seyrettim. Sezonun göze hoş gelen futbol oynayan takımlarının başlarında gelen Trabzonspor, Fenerbahçe maçınında üstüne futbol anlamında çok şeyler katarak Sivasspor'u bozguna uğrattı adeta. Kaptan Yattara önderliğinde, futbolu resitale çeviren bizim uşaklar, keşke 90 dakika bitmeseydi dedirtti.

Maçın keyfinden, analizine geçecek olursak eğer, tüm takımın uyum içerisinde ve dengeli bir futbol ortaya koyduğunu söyleyebilirim. Kaleci Onur'a her ne kadar çok iş düşmemiş gibi gözükse de maç 2-0 olduktan hemen sonra Sivasspor'lu Cihan Yılmaz'ın karşı karşıya pozisyonunda muazzam kurtarışı olmasaydı muhtemelen Trabzonspor bu denli rahat bi galibiyete ulaşamayabilirdi. Defans bloğunda Egemen ve Giray ikilisi gayet işinde başarılıydı. Burada Giray'a, geriden oyun kurma becerisi, isabetli pasları ve duran toplarda ki etkinliğinden dolayı kesinlikle fazladan alkışı göndermek gerek. Serkan, her zaman ki alıştırdığı tempolu oyununu bir de asistle süsledi ki, görülmeye değerdi. Bugün Cale'nin yerine sol bekte görev alan Ferhat, üzerinde ki stresi gizleyemese de bana kalırsa çok diri kaldı ve girdiği kademelerle göz doldurdu. Orta sahasında Selçuk ve Colman'la ayakta kalan Trabzon, Selçuk'un golü, Colman'ın da harika paslarıyla işini layıkıyla yaptı. Maç başında 4-2-4 görünümünde olan Trabzon'un harika işleyen ön kısmına teker teker teşekkürlerimizi sunmak gerek. Yeni transfer Jaja, bu dörtlünün aksayan kısmı gibi gözükse de ilk maçın heyecanı ve baskısı altında çok fazla da sırıtmadı.

Bir satır da yedekten gelen Alanzinho'ya. Teknik becerisi üst düzeyde olan Brezilya'lı bugün öyle bir asist yaptı ki, sanırım bir kaç yıl boyunca Lig Tv jeneriklerini süsleyecek. Oyuna girdikten sonra, zaten fazlaca yıpranmış olan Sivas takımını öldürücü paslarla adeta perişan etti. Nitekim bu şova yönelik futbol karşısında sinirlerine hakim olamayan Sivasspor'lu Sedat kırmızı kartla oyun dışı kaldı.

Sonuç olarak 90 dakika sonunda atılan 6 gol, keyiften mest olan bir ben ve kolbastı kalmıştı.

Alkışlar uşaklara.

12 Eylül 2010 Pazar

maddi, manevi büyüksün dev adam!


Türkiye, yıllar boyunca hep küçük zaferlerin gölgesinde büyük mutluluklar yaşardı. Her zaman bunu da başardık ya, tamamdır, sonrası olmasa da olurdu bizim için. Küçüktük.

Bir zamanlar bir büyüğüm, "insanlar büyüdükçe hayalleri küçülürmüş." derdi. Bu gece o büyüğüm de dahil olmak üzere hepimiz bir şeyi baştan öğrendik. Bizimkiler büyüdükçe, "devleştikçe" bizim hayallerimizde büyüdü!

O yüzden, ne olur durma, büyü, kocaman ol, DEV OL, ŞAMPİYON OL.

12 dev adamın masalının sonunu yarın yazacağız. Gökten bu gece elma falan düşmedi, o Semih'in bloğuydu.


Hadi şimdi hayal kurun, bu kadar gerçek kalbe zarar!


Saygılarımla.

26 Ağustos 2010 Perşembe

4'te ya nasip

Bu akşam yoğun ve bir o kadar da sıkıntılı bir avrupa programı bizi bekliyor. Yıllardır, dünyanın yatırımını yapsakta bir arpa boyu yol alamadığımız, hatta ve hatta sürekli gerilediğimiz Avrupa seyahat girişimilerimizin yeni bir bölümündeyiz.

Bundan 10 yıl önce Avrupa'da zirveyi görmüş futbol izleyicileri olarak, bugün acaba gruplara kalabilecek miyiz diye düşünen takımların ülkesindeyiz. Transfer harcamaları, yatırımlar, sponsorluk gelirleri gibi değerler göz önüne alındığında Avrupa'nın sayılı ülkelerinden biri olmamıza karşın, sistemsizliğimiz, gösteriş hevesimiz ve en önemlisi sabırsızlığımızla bu hallere düştük. Ne hallerde miyiz? Beraber göz atalım;

Turkcell Süper Lig'i ikinci sırada tamamlayarak Şampiyonlar Ligi'ne gitmeyi hak eden Fenerbahçe'nin aslında hiç haketmediğini gördük ilk olarak. Bütçe, taraftar, stat aklınıza ne gelirse Fenerbahçe'nin yanında ufacık kalan bir takımın futbol olarak ne kadar büyüdüğünü ve bizimkileri evine yolladığına tanık olduk.

Avrupa Fatihi, büyük Galatasaray'ımız toplam takım değeri nerdeyse bir Arda'ya eşit OFK karşısında kendi kafesinde kedi oldu, allahtan deplasmanda ne olduğunu hatırladı da atladı bir üst tura.

Bu iki güzide takımımız bir sonra ki etapta kendine gelir, hadi sezon öncesiydi diye bahaneleri kendimize yutturmaya çalışırken gördük ki hapı yutmuşuz.

Şampiyonlar Ligi'nde "Genç Çocuklar"dan korkup evine kaçan Fenerbahçe, bu sefer Kupa 2 de karşısına çıkan "Ateşli Yunan Çocuklarına" deplasmanda boyun eğdi. Şimdi dışarda ki taraftarların içinde "acaba?" sorularıyla dolu bir geceye bizi bekliyor. Olur da, ki allah korusun, elenirse Fenerbahçe bugün yine "kendi evinde" sanırım sorulacak tek bir soru olacak; "Ne olcak bu Fener'in hali?"

Döndük geldik tekrar Avrupa Fatihi Galatasaray'a. Kuralar çekildiğinde; "ne şanslı takım Galatasaray, en kolay kurayı çekti!" diyenlere "Ukrayna Aslanları" öyle bir diş geçirdi ki rakip ormanında, yine şaşkın gözlerle bakakaldık. Bugün OFK'ya yaptığı gibi içerde ki acıyı bir öfkeye dönüştürüp saldıran, ısıran aslanları "bir umut" bekliyoruz. Zaten lig içerisinde 2'de 0 yapan Galatasaray'ın olası elenişi ardından ben size gazete manşetini atıvereyim: "GO HOME RIJKAARD"

Bu süper ikilinin ardından elimizde kalan Trabzonspor ve Beşiktaş'a da küçük bir sayfa açmak gerek. Sezonu diğerlerine göre erken açan Beşiktaş, yıldız oyuncularının bireysel katkılarının dışında hala takım olamadı. Geçen hafta lig içerisinde ki İ.B.B maçında da gördüğümüz zaafların bu gece tekrarlanması durumunda bi kaza yaşanabilir diye düşünüyorum. Ancak ne GS ne de FB kadar umutsuz bir vakk'a değil BJK. Turu geçeceği inancım epeyce yüksek.

Son olarak Trabzonspor. Geçtiğimiz sezona damgasını vuran, ligin kaderini değiştiren kupa galibi, çekebileceği en zor kura olan Liverpool'u seçtikten sonra herkes tek bişey söyledi: "yazık oldu!" Sezona bana göre en iyi giriş yapan takım olan Trabzon'un Liverpool deplasmanında iyi işler yapabileceği inancım yanıltmadı. Eğer son bölümde Umut Bulut golü atmış olsaydı, bu gece içimin en rahat izleyeceği maç hiç kuşkusuz bizim "uşaklar" olurdu. Buna rağmen, Trabzonspor'a güveniyorum.

Bir yazının daha sonuna gelirken, temenniler ve kapanışlar kısmına şunu iliştirivereyim;

- OYNAYIN LAN!

saygılarımla.

24 Ağustos 2010 Salı

bi arkadaşa bakacaktık?


Arkadaşımız Galatasaray.

Bu sene kendisine ne Avrupa'da ne de Spor Toto Süper Lig'te pek rastlayamıyoruz.
Hayır ona benzediğini iddia eden "bişeyler" var ama, yok bu o değil.

Var mı bi gören, bilen? Dipte değil, zirvede olanı.

6 Ağustos 2010 Cuma

Boşvermişlik

Yaz ayları gelince elimi ayağımı çekiyorum herşeyden. Son bir kaç yazım sadece kendimden uzakta kalarak, biterek, yılarak ve sonunda anladığım kadarıyla heba ederek geçmiş.

Çok uzun bir süre sonra anladım ki, etrafımı saran parmaklıklar tüm hayatımı çalmış benden.

Şimdi huzur içinde tüm dünyayı karşıma alabilcek cesareti topluyorum.

Az kaldı. Çok az hem de.

6 Temmuz 2010 Salı

Abdul Kader Keita




Geçen sezonun en iyi oyuncularından biriydi Keita hiç şüphesiz ki. Bu sabah aldığımız haberle hem şaşırdık hem de kızdık. Keita Katar'ın Al Saad SC takımına 8.150.000 € karşılığında satılmıştı çünkü.

Galatasaray tribünlerinin adını haykırmaktan en çok keyif aldığı isimlerden biri olan Keita yerine aslında transferler çoktan yapılmış ama biz habersizmişiz onu da anladık. Dün katıldığı programda Giovanni'yi almayacağız diyen Adnan Polat, Keita'yı da göndererek Serdar Özkan'a yer açmış.
Ya Brezilya da ki gibi satılmazsa Elano sağ tarafa geçecek orta sahaya takviye yapılacak ya da Serdar Özkan ile sürüklenmeye çalışacak Galatasaray. Bu saatten sonra da diyebilecek pek birşey yok gibi.

Camiaya hayırlı olsun.

23 Haziran 2010 Çarşamba

mucize

zamanın ötesinde kaldı kelimeler.

hayat bir çırpıda silkindi kendinden ve ben son kez döndüm kendime, bir daha hiç gitmemecesine.

sonra tanrı gördü beni.

sevil dedi.

mucizeyi yarattı.

inandım.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Kandık bir kez daha sana


Kaybettik.

Aslında giriş bölümünde yazılabilecek öfke, hayal kırıklığı ve nefret dolu onlarca cümle kullanabilrdim. Fakat hepsinden vazgeçtim. Dünya futbolunu yöneten insanların acizliğini, iki yüzlülüğünü, öngördüklerini hiçe sayışlarını izledikten sonra, evet vazgeçtim. Sporun siyasetin elinde, siyasi çıkarların peşinde nasıl yitirildiğini görünce bir kez daha vazgeçtim.

70 Milyonluk bir ülke. Duygularının peşinden giden. Bugün gerek televizyon karşısında gerek internet üzerinden açıklanacak kararı bekleyen nice futbol ve spor sevdalısı insanımız, yıllardır avrupanın birlik kapısında yaptığı gibi heyecanla beklemiş, avrupalıysa yine bizi heyecanlandırmak için, oyuncağını çıkartmış, kurmuş, oynamaya başlamış tam bizimle paylaşacak sanırken kaldırıp gitmiştir. İşte tam o vakit, küçük bir çocuk kalbi gibi yitik hayallerin etkisiyle büyüdük bir an da. Nefret kustuk. Hırsımız sadece bizim içimizi kemirirken, sporun başında ki adam çıkıp "KÜSTAHCA" bizim yitirilen hayallerimizle dalga geçti.

Üçüncü kez kaybettik. Emek, çaba ve beklentiler bir sonra ki bahara belki kaldı, belki de.

Neyse.

28 Mayıs 2010 Cuma

dünden kalma kola

Bazen o kadar çok sıkılıyorum ki. Hani olan bitenin hiç bişeyin bi mantığı yokmuş gibi geliyor. Dilimin ucuna bi sürü öfkeli kelime geliyor, avazım çıktığı kadar bağırıp, küfretmek istiyorum. Sonra susuyorum, bir bardak kola koyuyorum kendime. Dünden kalmış hafif asiti kaçmış. Bana benziyor, hafif tadı kaçık...

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Jose'nin gözyaşları





Bir adam düşünün ki, tüm dünyanın karizmasına gıpta ettiği, başarılarını deli gibi kıskandığı! Dışından hep bildiğimiz o sert adamın içinden fışkıran duygusallığı gördük ilk kez. Bir takımı, takım yapan onu başarıya koşturan en önemli şey birlikteliktir. Bir aile gibi bağlı, güçlü olması.

Bu gözyaşları, bir babanın oğluna döktükleri gibiydi. En azından bana bunu hissettirdi.

Yanılgı

Hayatta kaç kez yanılır insan?

1?

2?

3?

İşin garibi, insan kaç kez yanıldığını sanır? Her doğrudan kaç kez acabalar yüzünden döner.

Bulduğum gün yazacağım, söz.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Nokta

Tüm hayallerin başlangıçlarında ki o umut vardır ya işte, hepsi yitirildiğinde artık üç noktaların yerini alır noktalar. Keskin ve çok kararlı bir şekilde hem de.

Kendinizi düşünün. Hayata başladığınızdan, kendinizi ilk defa gerçek anlamıyla hatırladığınızdan itibaren başlayın bugüne kadar. Varlığınızı oluşturan, içine kattığınız tüm insanları, olan biteni bir çırpıda hatırlamaya çalışın. Tüm bunları yaparken en net, en keskin ve en zor olanının muhtemelen en son olan bitenden ibaret olduğunu görürüz hep. Fakat tüm bu yargının ötesinde bir de hayal kırıklarının en yoğun olduğu, bir cam parçası gibi ayaklarımıza, elimize, dilimize bir de kalbimize batanı vardır ki her an, her saniye biraz daha kanatır. Acıtır.

Bütün bu acıların, açık yaraların kabuk bağladığı zamanlar olacak, fakat izleri hiç silinmeyecektir.

7 Mayıs 2010 Cuma

Since 82


Kadersizlik mi yoksa gerçekten beceriksizlik midir tam olarak emin olamıyorum. Türkiye'nin en büyük kulüplerinden biri sıfatını taşıyan bir camianın 28 yıldır uzanamadığı kupaya, bu çaresizliğine açıkcası ben diyecek bir şey bulamadım.

Son 6 haftadır lig içerisinde fırtına gibi oynayan, yoğun baskılı ya da güzel futbolu bi kenara koyup gerçekten "akıllı" oynayan fenerbahçe'nin kupa finalinde ortaya koyduğu performans ne bu 6 haftadakilere benziyordu ne de büyük bir takım kimliğine.

Ertesi gün gazeteleri açıp baktığımda bir çok spor yazarı, Urfa'da ki yüksek sıcaklığın ardına saklanmış avutucu yazılarla doldurmuştu köşelerini. O sahada ki tek takım fenerbahçe'ymiş gibi. Saha içinde -o sıcakta- sürekli boğuşan dikine koşular yapan Umut Bulut isyan etse belki kabul edilebilir de, size ne oluyor köşe avutucuları?

Bunca yılın ardından ve gerçekten formdayken bu finali kaybetmesinin tek bir öngörüsü var benim için, "öğrenilmiş çaresizlik" tıpkı Kadıköy'de ki galatasaray gibi.

Trabzonspor'un futbolu için diyecek pek bir şey yok, harikaya yakındı.

Saygılarımla.

20 Nisan 2010 Salı

Penaltı çukuru

Uzun süredir ara verdiğim 'değerli okurlarıma' (!) selam ederim öncelikli olarak. Bu ara gerek derslerin yoğunluğu gerekse hayat gidişatımdan dolayı blog sayfamı doldurmayı bolca ihmal ettim. Aslında kafamda bir çok konu olmasına rağmen, en günceliyle başlamak istiyorum. Bildiğiniz gibi dün akşam Fenerbahçe-Beşiktaş derbisi vardı. Haliyle gündemin bu olmaması şaşırtıcı olurdu. .)


Turkcell Süper Lig'in son 4 haftasına girdik. Alt taraf her ne kadar geçen sene kadar kaynamasa da zirve de geçen seneden daha ateşli bir mücadele olduğunu söyleyebiliriz. Dün de bu yarışta çok zorlu bir derbi vardı. Maç öncesinde saatlerce yayın yapıldı ve bir çok spor yazarı, sporun içinden kişiler, ünlüler fikirlerini beyan ettiler. Herkesin gönlünde, aklında farklı fikirler vardı muhakkak. Fakat kimsenin böylesine bir maç olabileceğini, futbolun ötesinde şeylerin bu mücadelenin önüne geçebileceğini öngördüğünü sanmıyorum. Koyu Fenerbahçe'li bir arkadaşımla konuşurken, bu maçın katiyen 11-11 tamamlanmayacağını söyledim. Nitekim mücadele 10-9 tamamlandı. Bana bu maçın böyle olacağını hissettiren ise, hem ortada ki 3 puanın çok değerli olması hem de iki kulüp arasında ki sezon başlamadan ortaya çıkan 'sansasyonel' rekabet ortamıydı. Kayserispor'un paylaşılamayan oyuncusu Mehmet Topuz, Kadıköye, karşısında ki rakip Beşiktaşken ayak bastığında seyirciye kendisini 'gerçekten affetirmek' istemesi sahada yaptığı mücadelenin, 'sertlik dozajını' ayarlayamaz bir hale getirdi 90 dakika boyunca. Beşiktaş'ta ise nedenini hala çözemediğim İbrahim Kaş'ın 'fazla lüzumsuz' gerginliği hakimdi. Böylesine bir maça bir de Hüseyin Göçek ve yardımcılarının kötü performansı ve nicesi eklenince çığrından çıkmıştı derbi.

Tüm bu olan biten hadisenin en ilgi çekici ve herkesin diline dolanan tarafıysa "BILICA ve kazı çalışmaları" oldu. Sebep olduğu penaltı sonrasında futbolcular hakem başında itiraz ederken Bilica kimsenin dikkat etmediği bir ortamda penaltı çukuru projesini başlatmıştı. Tam 9 krampon darbesiyle dümdüz zemini kullanılamaz hale getirerek Beşiktaş'tan topun arkasına geçecek oyuncuyu konsantrasyon olarak bitirme, tedirgin etme amacını gütmüştü. Bu olayın neticesinde penaltı da kaçınca 'Bilica'nın projesinin'(!) KAÇAK olduğuna karar verildi ve kıyamet koptu.

Şimdi tüm medya kuruluşlarında konuşulan olay bu. Ne Alex'in harika golü ne Fenerbahçe tribünlerinin maç öncesi inanılmaz show'u ne de Beşiktaş'ın artık havlu attığı bırakın haber olmayı, habercik olarak bile geçmedi maçtan sonra.

Şimdi herkes TFF'nin bu olayla ilgili yapacağı açıklamaları beklemekte. Her ne kadar sonuç değişmeyecek olsa da bu hengamenin faturası kime kesilcek hep beraber göreceğiz. Yazımı Bilica'nın proje görüntüsüyle bitirmekten keyif aldığımıda söylemek isterim .)

Saygılarımla.

3 Nisan 2010 Cumartesi

Vazgeç-me!

Bir işe başkoymak ile yol almak arasında bu denli bir uçurum olabileceğini asla tahmin etmiyordum. Yapabileceklerinizin sınırlarını bilmenize rağmen, bazen sizin kolunuzu-kanadınızı 'kırıveriyorlar' ve öylece kalakalıyorsunuz.

Hayat sanırım bolca belirlediğimiz hedefler ve bunlardan sapan nice atışlarla kuruluyor. Ne zaman ki 'bir kez' vuruyorsunuz o hedefi, işte o zaman tüm kapılar ardına kadar açılır, sanıyorsunuz. Sayfalar dolusu hayal kırıklığıyla, kalp kırıklığını birleştiren yazılar yazabilir, sonuna kadar isyan edebilirsiniz. Çünkü emeğinizin, çabanızın kendini 'halt' zanneden kişilerin elinde hiçe sayıldığını, oyuncak edildiğini, umursanmadığını görmektir aslında tüm bu koşulları ortaya çıkartan. Tüm bu durumlar karşısında oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi üzgün, son umudunu da yitirmiş bir birey kadar çaresizliğe düşüp, herşeyden kendinizi soyutlayabiliyorsunuz. Ne yazık ki hayat dediğimiz bu nefes alıp-vermek kadar basit, fakat var olmak kadar zor bir oyunun içindeyiz.

Medcezir bir dünya bu. Tam hedefe vardığını sandığında ayağına çelmeyi takabilen, hem de o çelmeyi en yakınına attıran bir dünya. Artık anladım ki sorun düşmek değil. Düştükten sonra kalkıp, tekrar bütün gücünle koşabilmek!

İşte sırf bu yüzden aklınızdan çıkartmayın, yerden kalkamazsanız 'nakavt' olursunuz.

Saygılarımla.

28 Mart 2010 Pazar

@SamiYen

Bir derbi heyecanıyla daha karşı karşıyayız. Lig epeyce karışmışken böylesine bir haftada derbinin oynanacak olması bu maçın önemini biraz daha arttırıyor.
Gün itibariyle 35.başkanını seçen Galatasaray, yola yine Adnan POLAT ve ekibiyle devam ediyor. Artı bir motivasyon yaratcağına inandığım bu olayın devamında Galatasaray'ın, Ali sami yen'de yenilmezlik ünvanını sürdürüyor olması da hiç şüphesiz ki 'ekstra' motivasyon olacaktır.

Fenerbahçe'nin sürekli Galatasaray'a karşı üstünlük kuruyor olması şu şartlarda ve FB'nin son haftalarda ki futboluna bakarsak eğer elinde ki tek kozu.

Tüm bunlarla ilgili sayfalarca yazı yazılabilinir ve konuşulabilir. Fakat bildiğimiz gibi bu derbilerde rüzgarın nasıl esceği belli olmuyor hiç bir zaman. Hakem düdüğü çalacak ve 90 dk sonunda bu iki takım gülmese bile mutlaka gülecek iki takım daha olacak.

Kişisel olarak skor tahminim, nedense farktan yana. 4-0 biter gibi geliyor.

Hep beraber görücez.

24 Mart 2010 Çarşamba

Bir başka adamdın sen!


Seni unutmak kolay olmayacak büyük başkan! Bize öğrettiğin en güzel şey ise, Büyük bir başkanın nasıl olacağıydı. Devre arasında hakem tehdit etmek değildi başkanlık çünkü. Takımı büyük bir yenilgi alıp, derin bir üzüntü yaşarken karşısında ki rakibi tebrik edebilmeyi başarabilmekti onu büyük ve bambaşka bir adam yapan!

Mekanın cennet olsun adam gibi adam! Aslantepe seni hiç unutmayacak!

12 Mart 2010 Cuma

En güzel hikaye

Dünyanın en güzel hikayelerinden birini anlatacağım size bugün... Hiç uzatmadan, buyrun...


"Herşey benim için çok zor geçen bir dönemin sonunda başlamıştı. Sıcak bir mayıs akşamı benim için kabus gibi geçen bir dönemin çıkışıydı, öyle olmak zorundaydı. Yardıma ihtiyacım vardı. Gerçekten çaresiz kaldığım bir süreçti bu. Hani bazen hayatta tüm kötü şeyler üst üste gelir ve dibe vurursunuz ya, tam olarak buydu yaşadığım. Bu inkar hikayesi de işte o dipten buraya gelişi anlatacak.

Okul dönemi kötüydü, çok severek yaptığım antrenörlük işimden iş bilmez, hatta kendini bilmez serseri yöneticiler yüzünden 'kavga ede, ede' ayrılmıştım. Futbolda ise işler hiç istediğim gibi gitmiyordu. Üst üste yaşadığım sakatlıklar, kötü kulüp tercihleri bir türlü istediğim o kocaman adımları atmama izin vermiyordu. Herşeye tuz biber eken ise tam ihtiyacım olduğunu düşündüğüm bu dönemde, hayatımı açabilceğim, sığınabilceğim kimse yoktu. Bir yerden başlamak gerekiyordu ama ne bunu yapabilcek gücüm vardı, ne de ufacık bir isteğim.

Bir karar vermem gerekiyordu, bu süreçten çıkmak için mutlaka bir şeyler basamak olmalıydı. Yoksa nefes bile almak külfetti bedenime. "TOPARLAN!" dedim. Önce okulu halletmeye karar verdim. Kitapları açıp önüme koydum, onlar bana, ben onlara baktım. Kapattım. Tam bu sırada bir el uzandı bana. Dokundu. Hayat değişti...

18 Mayıs'ı 19 Mayıs'a bağlayan o gün ve gece hiç durmadan yardım etti o el bana, sanki mucizeye tanık oluyordum. O el, ruhuma, aklıma, kalbime ve en son tenime dokundu. Dünya değişti.

İhtiyacım olan tek bir not vardı, 95. Aksi bir not almak beni ortalamanın altında bırakcaktı. İnanır mısınız, aldım. Tam olarak 95. Mucizeyi yaşamaya başladım! O battığım dipten çıkmak için bir sebebim vardı artık.

19 mayıs sabahında gözümü ilk açtığımda gördüğüm o yemyeşil 'gökyüzü'ne aşık oldum. Hani o nefes almakta zorlanan beden dolaşım sistemini kontrol edemez oldu. Fazla oksijen gidiyordu, kalbe beyne. Heyecandan tir tir titremesine engel olamıyordum bedenimin. Ellerimin bir sahibi vardı ve 'ellerim tam, ellerine göreydi.'

O yaz hayatımın transfer teklifini almıştım. Mucize dokunmaya devam ediyordu hayatıma. Bıraktığını sandığım elleri, dua için gökyüzüne açılmıştı.

Sonra yine tuttu ellerimi. Sımsıkı. Olsun dedi, sen yapacaksın. "BEN SANA İNANIYORUM!" dedi, hiç bir zaman sahip olamadığım bir inançla. Adam etti bu kez elleri beni.

Sonra bir kez daha bıraktı ellerimi, dedi ki; "senin için geleceğim, vazgeçme benden!" Yanıltmadı. ne o vazgeçti benden kilometrelerce uzakta, ne de ben. Dönüp tutucak sandım elleri, ellerimi. Yapmadı. Bir başıma kaldığım hastane odasında yalnız sanarken, yine benim için dua da olduğunu göremedim o ellerin. Kalktım ayağa, ellerim ellerine gitti. Sorgusuz sualsiz. Bildiğim gibi, sıcacık kavradım.

Bundan sonra bırakmaz sandığım eller, bu kez ellerimden uzak düştüğünde endişe etmedim. Biliyordum. Geri gelecek, yine tutacak ellerimi. Olmadı. İlk defa bu kadar uzak düştüm. Mucizemi yitirmiş olmak istemiyordum. Düşünmemeye çalışıyordum. Bu kez beni değil, kendisini, ailesini tutmak zorunda kalmıştı o elleri... Mecburum dedi. Bir kaç damla aktı, ellerim iki yana düştü.

Yokluğunu inkar ederek yaşadım aylar boyunca. Herşeyi bile bile. Geri geleceğini bile bile. Önce geldin, inkar ettin. Ama bak tutamam ellerinden dedin, inkar ettin. Sevmiyorum ki artık dedin, inkar ettin.

Bugün yaktın gemileri. Sevgilimsin dedin. Vazgeçemediğim tek adamsın dedin. Tuttun ellerimi.

Bırakma."

9 Mart 2010 Salı

Gripin m.s 05.03.2010


Tam anlamıyla bugün elime geçti MS 05.03.2010, internetten kesik kesik dinlediğim şarkıları gayet başarılı bir şekilde cd kalitesinden dinledim. Doya doya.

ilk çıktıkları günden bu yana gripin'e sadık bir dinleyici oldum. Fırsat buldukça da konserlerini kaçırmadım. Bu albüm hepsinden biraz daha farklı geldi yalnız. Şarkıları yaparken fazla efkarlanmış gördüm gripin'i.

Nilüfer'in coverı olmasa hareketli bir şarkı dinleyemicektik sanırım bu albümde.

Yine de bir an önce edinmenizi ve dinlemenizi tavsiye ediyorum.


3 Mart 2010 Çarşamba

Ümit Turmuş ile söyleşi


Geçtiğimiz hafta salı günü okulumuzda türk futbolunun yetiştirdiği beyefendi, en önemli hocalarından biri olan Ümit Turmuş'u ağırladık. Ders niteliğinde hazırladığı önemli notları ve bilgi birikimiyle bizlere gayet keyifli 1-2 saatlik bir süreç yaşattı.
Bildiğimiz üzere bu söyleşi öncesi Ümit Turmuş, Karşıyaka SK ile yollarını yeni ayırmıştı. Bank Asya 1.liginde 11.sırada aldığı takımını ilk 6 içerisine taşımış olsa da yine yaranamadı kimselere ve görevine son verildi. Bu konuyla ilgili hocamızın anlattıklarını ilerleyen bölümlerde aktaracağım. Öncelikle, söyleşiden küçük notlar vermek istiyorum.Blogumu takip eden okurların yakından bildiği gibi, okulumuzun ilk döneminde Ümit Kayıhan ile gerçekleşen söyleşiyi yazmıştım sizlere. Bu söyleşide ise inanılmaz bir kalabalık hakimdi. Özellikle, akşam saatinde olmasına rağmen hemen hemen tüm antrenörlük eğitimi öğrencileri katılım gerçekleştirmişti.

Okul müdürümüz Birol Doğan'ın öncelikle taktimi ile Ümit Hocaya merhaba dedik. Bu taktim sırasında öğrendik ki, Birol hoca, Ümit hoca ve yine okulumuz bünyesinde eğitmenlerimizden Ersin Altıparmak hocamızın sınıf arkadaşı olduğunu öğrendik. Bir sınıftan böylesine başarılı insanların çıkması, birbirleri için ne kadar şanslı olduğunun bir göstergesiydi hiç şüphesiz ki. Kim bilir belki bizlerde ilerleyen yıllarda benzer tablolar içerisinde bulunabiliriz. Gelelim söyleşimize.
Değerli hocamız Ümit Turmuş, ödevini yaparak gelmişti söyleşiye. Anlatmak istediklerini çok güzel bir şekilde özetleyerek bir kaç slayt gösterisi şeklinde göstermişti bizlere. Bunlara bir göz atacak olursak eğer ;İlk olarak bizlere Antrenörlük tarzımızın ne olduğunu sorarak başladı. Yukarıda ki fotoğrafta da görüldüğü gibi; "Rastgele, sıralı, felsefi ve somut" şeklinde nitelendirdiği başlıklar hazırlamıştı. Bizlerden kendimize uygun gördüğümüze gitmemizi istemişti. Söyleşiye katılan herkes ayağa kalkarak seçtiği yöne gitmiş ve kendine uygun bir tarz belirlemişti. Fakat işin aslı Ümit Hoca'nın bir süprizi gibiydi. Aslında bu kriterlerin hepsini içimizde sentezlememizi istediğini söyledi. Bir bakıma da haklıydı. Günümüz futbolunda sonucun altın değerinde olduğuna kendimizi kaptırıp, bunun aslında bir oyun olduğunu unutmamızı istemiyordu. Hak vermemek elde değildi gerçektende. Hocamız bu süreçte bizlere bir kaç slayt daha paylaştı. Bunları da vererek karşılıklı soru cevap bölümüne geçtiğimiz kısmı aktarmak istiyorum.
Hocamızın bu slaytlarda aktardıkları oldukça açık olduğundan ekstra bir açıklamaya gerek duymuyorum.


Bu bölümden sonra hocamız bizlere söz vererek karşılıklı soru cevap şeklinde diyalog içerisine girdik. İlk söz hakkını bana vermişti. Sorum anlattıklarından ziyade kişisel olarak büyük bir haksızlığa uğradığını düşündüğüm görevinden alınmasıyla ilgili olmuştu. Hatırlanacağı üzere yöneticilerin Ümit Turmuş'un teknik değerlendirmesine ve belirlediği kadroya yaptığı saygısızca tavır ve hareketlerden sonra sözleşmesi feshedilmişti. Bu süreçte Ümit Hoca'nın basında yer alan haberlerini yakından takip etmiştim. Bir açıklamasında, kendisine yapılan davranıştan rahatsız olduğunu bildirmiş fakat sadece hakkı olanı istediğini ve tazminat talebinde bulunmayacağını beyan etmişti. Bu olan bitenden, ileride antrenör olacak biri olarak rahatsızlık duymuştum. Oyuncuya dayalı düzenin içinde, futbolu bilmez yöneticilere prim yaptırdı diye kızmıştım bile kendi içimde Ümit Hoca'ya. Fakat anlattıklarından sonra ona hak vermemek elde değildi. Aldığı futbol antrenörlüğü eğitiminin üstüne İngiltere gibi futbolun beşiği kabul edilen bir yerde 3 yıl çalışarak kendine harika bir vizyon sağlayan bir hocanın maruz kaldığı durumu ne olursa olsun içime sindiremiyorum. Böylesine değerli şahısların ne kadar çok zor yetiştiğini görmezden gelmek kolay. Çünkü her gün emekli olan bir futbolcunun teknik direktör olduğu bir ülkede, kendi tırnaklarıyla kazıya kazıya yükselenleri harcamak kolay oluyor.

Futbol değerlendirmelerinde başarının ölçütüyle ilgili gelen sorulara da bizlere açıkladığı slaytlar üzerinden yanıt verdi Ümit Turmuş. Daha sonra çalıştığı kulüplerde başına gelen yönetici yanlışlarından ve karşılaştığı zor durumlarda ki dik duruşunu her ne kadar o söylemek istemese de farketmemek zordu.

Bir kez daha haksızlığa uğrayarak şimdilik ayrıldığı teknik direktörlük koltuğuna dileriz daha güzel şartlarda geri döner.

Bizlere vakit ayırdığı içinde burdan bir kez daha teşekkürlerimizi sunuyoruz Ümit Turmuş'a.

Saygılarımla.

2 Mart 2010 Salı

Mart kapıdan baktırmıyor artık!

Küçüklüğümden beri duyduğum bir şey var "mart" ayıyla ilgili. 'Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır!' Benim hatırladığım ise, çok uzak değil 90'ların sonu 2000'lerin başı! Yer Ali Sami Yen. Yenmekten başka bir şey düşünmeyen, yenmeden o stattan çıkılmayan Ali Sami Yen.

Şampiyonlar Ligi kuraları çekildiğinde Star'ın karşısına geçer, her organizasyon öncesinde verilen en çok katılanlar listesinde GALATASARAY'ın adını görmekten gururlana gururlana izlerdim çekilişi.

O organizasyonda olmasa bile Uefa'da muhakkak ki yoluna devam ederdi GALATASARAY. Çok uzun zaman oldu, ben hasretim Mart aylarında sana bakmaya, çok uzun zaman oldu huzurla konuk etmeyeli o avrupa'nın tek dişi kalmış rakiplerini.

Farkettim, bizim o bir tek dişimiz bile kalmamış.

Yeniden Avrupa'da doğacağımız bir yılda 'iyi ki doğdun' yazısıyla görüşmek üzere GALATASARAY.

Saygılarımla.

22 Şubat 2010 Pazartesi

İzmir'in sorunu!

Bu güzel ülkemin en güzel şehridir İzmir! Türkiye'nin gelişmişlik düzeyi göz önüne alındığında 3.şehridir bir de. Fakat ne yazık ki böylesine güzel ve büyük bir şehrin bir tek takımını bile Süper Lig'de izleyememekteyiz. Bu sebeptendir ki ikinci lig içinde bizimkilere acaba dolu gözlerle ve senelerdir heveslerimiz kursaklarımızda kalarak bakıyoruz.

Bu sezon biraz farklı. Farkı yaratan ise takımlarımızın konumu. 23 haftası geride kalan Bank Asya 1.lig'inde ilk 6 içinde 3 takımımızın olması yine umutlandırıyor bizi. Geçen sene bu ilk 6 ya her ne kadar 2 takım sokmayı başarabilmiş olsakta Süper Lig'e çıkma başarasını gösteremedik.

23.hafta itibariyle Bucaspor'un lig de 2.sırada olması gayet sevindirici bir durum. Eğer ki, ilk iki içerisinde bir takım tutmayı başarır ve play-off elemelerinde biraz daha şanslı olursak 2 takımla Süper lige gitmemek için hiç bir sebep yok!

Buraya kadar umut dolu yazdım, her zaman ki İzmir'li gibi. Bir de buz dağının görünmeyen kısmı var ki beni en çok düşündüren kısmı da malesef bu.

Kulüplerimizde ki en büyük sıkıntının başında mali sorunlar geliyor. Bu sorunlar neticesinde Altay sezon öncesi yaptığı önemli transferler ile devre arasında yollarını ayırma durumunda kaldı. Bu transferlerin katkısı(artı-eksi) nedir ne deyildir tartışabilinir fakat görünen o ki ilk yarıda fırtına gibi esen Altay şimdilik bir "İmbat" esintisinden öteye gidememekte.

Bucaspor'da lige harika bir giriş yaptı. Onlarda yaşadıkları yönetimsel kriz, sonrasında gelen mali çalkantı neticesinde bir ara duraklasada ikinci yarı itibariyle bu sorunları aşmış görünüyor.

Beni en çok üzen takım ise Karşıyaka. Yıllardır Kaf-Kaf'ın içinden çıkamadığı bir Teknik Direktör sorunu var ki, ne yapılırsa yapılsın deva olmuyor malesef. Bu sezon başında Reha Kapsal ile yola devam eden KSK, kötü gidişin neticesini teknik heyete kesip yollarını ayırmış yerine Ümit Turmuş getirilmişti. Ümit hocayla beraber iyi bir başlangıç yapan ve beraberinde üst üste iyi sonuçlar alan Kaf-kaf yukarılara kadar hızla tırmanmış play-off'un içinde yer bulmuştu. İşte ne olduysa bu son bir kaç haftalık kötü gidişin içinde takım içi huzursuzluklara dur demek isteyen Ümit hocayı, yaptıklarından dolayı tenkit eden, takımın hocasının saygısını ayaklar altına alan yönetim kararlarından ötürü gururlu bir şekilde ceketini alıp istifasını verdi Ümit Turmuş. Bu durum şunu gösteriyor ki, ne yazık ki KSK çok kötü yönetiliyor. Futboldan bi haber yöneticilerin "futbolcuya dayalı" düzeniyle bir yere varılmayacağını öğrenmemiş olmasını görmek bizim için büyük bir kayıp olacak. Umarım ki biz yanılır, onlar haklı çıkar ve seneye KSK yi süper ligde izleyebiliriz.

Saygılarımla.

19 Şubat 2010 Cuma

iyelik eki

Hikayemin başlangıç cümlesi yok gibi. Herşeyin bu kadar ani ve özel olduğu bir hayat aslında yaşadığım, seninle varolan, bilmiyorsun. O yüzdendir ki, hiç bir öğeyi yerli yerine koyamadan kurdum seninle o hayatımı anlatan cümleyi. O seninle varolan hayatımı!

Bir çok defa anlamlar yükledim sana. En anlamlı şey gibiydi cümlelerimin yüklemleri. Senin içindi hepsi! Hepsi senin için özendiklerimdi, yaptım, geldim, gittim. En çok ise "sevdim!"

Öznesi bir tek sendin. Hiç değişmedi. Bazen, gizledim seni. Kendimden bile sakladım! Ama hiç değiştirmedim...

Dolaylı, yer-zaman tümleçlerim hep seninle, hayalinle kuruluydu. Bazen bir deniz kıyısında, bazense en anlamlı şarkının içinde seninleydim.

Fakat ben bu cümleyi en çok seni sahiplendiğim zaman sevdim! O yüzdendir ki adına eklediğim küçük bir ekti senden asla vazgeçirmeyen! Hep isteten, hiç pes ettirmeyen.

Adının sonunda ki ekin dediği gibi,benimsin.

12 Şubat 2010 Cuma

Aslında...

Eğer bir kez gerçekten sevmişseniz, ne akla eriyor sır ne de kalbe söz geçirebiliyor en anlamlı sözcük. "Aslında" bir sürüklenme değil bu, bir hastalık hiç değil. Bu olsa olsa bir ilaçtır, kalbin yokluğunda düştüğü zayıflığı örtmek için ihtiyaç duyduğu…

...

"Aslında" bir kelime var dilimin ucunda harfleri sıralayamadığım. Anlamını bildiğim, ifade edemediğim.

Saçmalık mı bu? Yoksa gerçek aşk mı?

Ben bilemedim… Bilip söyleyemedim…

İnkar ettim.

"Aslında" ben hep sevdim.

11 Şubat 2010 Perşembe

Boş boğaz

Galatasaray kupadan elendi. Bir kaç haftadır süre gelen kötü sonuçların neticesine bir de kupadan elenme eklenince, bazı kesimlerden çok garip sesler yükselmeye başladı.
Bildiğiniz gibi Galatasaray devre arasında transferler yapmış bu transferler neticesinde bazı oyuncularla yollar ayrılmıştı. Linderoth'un gidişinde kafalarda hiç bir soru işareti olmazken, Nonda'nın takımdan ayrılışından sonra bazı kesimler "ee, nasıl olcak?" diye sordu ama sustu. Bu susmanın en önemli sebebi ise Nonda yerine transfer edilmiş olan Jo ve Dos Santos'un takıma katılmasıydı. İlk etapta gayet herkes memnundu. Sorun giderilmiş, ağır oynayan, takımın ritmini "bozduğu" düşünülen Nonda gönderilmişti.

Aradan geçen bu süre içinde alınan sonuçlar ve kupada beklenenden çok önce havlu atılması sebebiyle bir an da herkes "Nonda Fan" oldu. Başlıca eleştiriler, Nonda olsaydı ile başlayan cümlelerden kurulmaktaydı. Bu kişilerin ve çoğu futbol severin atladığı en büyük nokta ise tüm bu olan bitenden ziyade, Galatasaray'ın orta saha ritmini yitirmiş olmasından ibaretti. Topa hükmeden, maç boyu topu ayağında tutan Galatasaray görüntüsünde olmamasının sebebi bir forvet eksikliğinden ziyade bu bölgede yaşanan aksaklık olduğunu henüz kestiremedik. Kaldı ki bu maçta takım olarak çok istekli ve iyi çalışan bir Galatasaray orta sahasının nasıl "forvetsiz" 3 gol bulduğuna şaşırmamak lazım. Bugün sadece top Antalya'yı sevdi ve ilk maçın avantajını iyi kullanarak turu atlamayı başardı.

Tüm olan biten bundan ibaret değerli okur, uyandırdım afedersiniz.

Saygılarımla.

10 Şubat 2010 Çarşamba

Bu nasıl bir isyan?

Her ne kadar böyle konular hakkında yazmayı çok sevmesem de "bunun" hakkında bir şeyler söylemeden geçmek istemedim.

Günlerdir bir kat sayı tartışmasıdır gidiyor bildiğiniz gibi. Bugün Tv'de isyan eden imam hatipli ve meslek liseli öğrenciler vardı, "hakkımız yeniyor!!" diye isyan etmekteydiler. E be güzel kardeşim, sen daha 3-4 yıl önce bu okula girdiğinde sana sunulan seçenekler belli değil miydi de şimdi kalkıp bağırıyorsun hak-hukuk-eşitlik! diye. Ayıptır! İmam Hatip liselerinin amacı bellidir. Mesleki okulların amacı bellidir. Diğer liselerin olduğu gibi!

Madem bu kadar çok istiyordun avukat,mühendis vb olmak, neden gidiyorsun güzel kardeşim o zaman İmam Hatip'e? Sanki düne kadar tüm katsayılar eşitti de bugün elinizden alınmış gibi bağırmanın hiç bir anlamı yok!

4 Şubat 2010 Perşembe

TARAFsız Yazarlık

Günlerdir çeşitli spor basını yazarlarının Galatasaray-Fenerbahçe rekabetini yazılarına tarafsızlıktan epeyce uzak bir biçimde aktardığını gözlemliyorum. Burada kimsenin kendi rengini belli etmesinden duyduğum bir rahatsızlık yok,elbet kişi yazısını yazarken kendi izlediği,benimsediği ve sevdiği takım için yazmak isteyebilir. Bu hem daha başarılı tespitler yapmasına olanak sağlar hem de “kıyas” yapmadan yazılarını tamamlamasına yardımcı olur.

Fakat şu son bir hafta içerisinde birkaç köşe yazarı artık kendilerini bir amigo gibi görmekte, yazdıklarının sadece kendi desteklediği takımın taraftarları tarafından okunduğu gafletine düşmektedir. Böyle bir süreçte yazılanlar hem “tarafsızlıktan” uzak hem de başarısız içi doldurulamayan yazılar olmaktadır.

Türkiye’nin en çok okunan gazetelerinden biri olan Hürriyet’te spor servisi ile bir takım taraftarı arasında devam etmekte olan “savaş” bu gazetenin daha hassas olması gerektiği bir dönemde, bir yazarı tarafından yangına körükle gitmesiyle artık telafisi çok zor hasarlara yol açmış gözüküyor. Bir yazar düşünün ki, bu işten para kazanıp, ekmek yiyecek, böylesine büyük bir gazete de yazarlık yapıp fikirlerini tüm Türkiye’ye sunma fırsatı yakalayacak ama bunu “AMİGOLUK” için harcayacak. Kimin aklına gelirdi ki?

Biz bu iki ezeli rakip içinde bir çok çekişmeye tanık olduk, yeri geldi forvetlerini, teknik direktörlerini, Avrupa da ki başarılarını, aklınıza ne gelirse. En son kıyas olayı artık saçmalamanın sınırlarını zorlamakla kalmamış, “daniskası” olmuştur. Devrin Fenerbahçe’nin değerli yöneticisi Hakan Bilal Kutlualp ile bugün Galatasaray’ın değerli yöneticisi Haldun Üstünel’i kıyaslayacak kadar “uçmuştur.”

Vakti zamanında yapılan transferler ile bugünün transferlerini tartışmanın yersizliğini bir kenara koyun, övdüğü futbolcu ile karşı takımın yerdiği futbolcunun ülkeden ayrılış nedenlerinin aynı olduğunu bile göremeyecek kadar kör ve tutarsız bir yazı yazabiliniyor. Yazının bir bölümünde Ariel Ortega’nın ne kadar büyük bir yıldız olarak geldiğini belirtirken, dünyanın parası verilerek alınmış olan Cassio Lincoln’ün kaçıp ülkesine gitmesinden bahsedilmiş. Peki soru şu: “ Ariel Ortega nasıl gitmişti? “

Saygılarımla.

25 Ocak 2010 Pazartesi

Bi lig vardı süper diye, ne oldu ona?

Turkcell Süper Lig kaldığı yerden başladı. Önce sitemlere başlamadan demeliyim ki, iyi ki başladı! Tatil sürecinde, kalitesiz ve isteksiz kupa maçları ne yazık ki tat vermedi. Ülkemin futbolunun yıllardır içinden çıkamadığı kupa sorunsalı bir kez daha apaçık gözler önündeydi. Lig de maçların başladığı bu haftada İngiltere'de FA Cup maçları vardı. İzleyeniniz var mı bilmiyorum, Tottenham - Leeds United maçı vardı NTVSPOR'da. İngiltere'nin 1.liginde ki Tottenham ile 3.liginde ki Leeds United'ın karşılaşmasıydı bu. Gerek seyirci kalitesi, ilgisi, gerekse, Avrupa'yı donduran bu iklime rağmen pırıl pırıl bir saha vardı. Son dakikasına kadar heyecanın hiç dinmediği ve 3.lig ekibi Leeds United'ın direnişini izledik. Mücadele 2-2 bitti. Bu maçı izlerken aklıma nedense Galatasaray - Denizli Bld. maçı geldi. Biri Türkiye'nin 1.liginin takımı, diğeri ise 3.ligine(2b) denk gelen takımı. İki maç arasında, saha, seyirci, kalite, rekabet arasında bu derece uçurum olması gerçekten de manidardı.

Gelelim Turkcell Süper Ligimize... Devre arası tatilinden sonra, "başlıyor, çok özledik, yaşasın!" dediysek de heveslerimizi kursağımızda bırakan bir açılış oldu. Açılış maçında Türkiye'nin en güzel futbol stadyumu olan Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu'na konuk olduk. Aman tanrım! Futbol stadından ziyade bir tarlayı andıran bir görüntüdeydi. Ben bir futbol seyircisi olarak tam anlamında bir hayal kırıklığı yaşadım. Dünyanın parası verilen böylesine kaliteli futbolcuların, bu kadar paralar ödenen ligin hakkı bu zemin olmamalıydı! Futbolcuların yeteneklerini sorgulamalarına neden olan bu sahada garip bir son 15 dakikada kazanan mücadelesiyle hak eden Fenerbahçe oldu. Fenerbahçe ile açmak istediğim önemli bir parantezde kesinlikle Özer Hurmacı ile ilgili olacak. Oyuna girdikten sonra, isteği ve arzusuyla takımın aradığı kan oldu. İlerleyen yıllar onun için çok parlak olacak hiç şüphesiz ki.

Cumartesi akşamı ise İstanbul'u etkisi altına alan şiddetli kar yağışı bizi seyir keyfinden mahrum bırakmıştı. İnönü stadyumunun görüntüsünü ekranlardan izlediğimde Beşiktaş'ın bu maçı kesinlikle oynamak istemediğini düşündüm. Nitekim, müsabaka ertelendi. Bu süreç bana nedense kötü giden Beşiktaş'ın isteklerini böyle bir sahada yapamamak ve seyircisi önünde kaybetmenin bedellerini ödeyemeyecek olmasından korkması gibi geldi. Bu düşüncemi destekleyen unsur ise pazar akşamı hemen hemen aynı koşullar altında ki bir başka stadyum da futbol oynamak için "deli gibi" çalışan bir ekibi görmem oldu. Şartlar çok mu iyiydi? Hayır! Ama rakibi Fenerbahçe ile gazetede bakılacak puan tablosunda 4 puan farkı görmek istemiyordu Galatasaray. Her ne kadar herkesin bahsettiği gibi sıkışık program yüzünden oynandı denilse bile beni şeytan dürttü işte! Bu işlerin psikolojik eğitimini aldığımızdan beri nedense ilk aklıma gelen faktörler bunlar olmakta. Sonuçta Galatasaray'da başından sonuna hak ettiği galibiyetini güzel futboluna rağmen zor olsa da aldı ve zirve yarışında "gazetede ki puan tablosunu" istediği şekle getirdi.

Ligimizin ikinci yarısı hayırlı olsun temennisi içindeyim. Gerçekten çok zorlu ve rekabet dolu bir sezon izleyeceğimizi düşünüyorum. Umarım ki, ertelemelerin olmadığı, yatmaktansa oynamak için çırpınan takımlarımızı izleriz.

Herkes sıkı giyinsin, havalar soğuk.

Saygılarımla.

23 Ocak 2010 Cumartesi

Spor Teşkilatı(elde ki notlar)

ORGANİZASYONUN TANIMI VE ÖNEMİ: Organizasyon işletmenin amacına ulaşabilmesi için gereksinim duyduğu maddi ve beşeri araçlarla donatılması ve bu araçların en verimli olacakları ve ya en ekonomik şekilde çalıştırılacakları kısım ve bölümlere yerleştirilmesi anlamına da gelmektedir. Organizasyon insanların beraberce iş görme ve verimli bir şekilde çalışmasını sağlayan bir yapı oluşturmalıdır.

ORGANİZASYON SÜRECİ: Beşeri organizasyon sürecini bir işletimde yapılacak işleri belirleme, bu işleri kendi içinde benzerlik durumuna göre gruplamak, gruplanan işleri görecek sayı ve nitelikteki personeli işe alarak(istihdam ederek) bunların görev, yetki ve sorumlulukları ile örgütsel ilişkilerini düzenlemek, çalışanlarının toplamı olarak tanımlayabiliriz.

· Amaçlara ulaşabilmek için yapılacak işleri belirleme.

· İş analizleri yardımıyla birbirlerine çeşitli bakımlardan benzeri işleri bir araya getirerek gruplandırma.

· Her iş grubu için bu işleri görecek sayı ve personeli belirleme.

· İşe alınacak personelin yetenek, bilgi ve tecrübelerinin ne olması gerektiğini belirleme.

· Yönetim görevince çalışacak personelin üretim kaynaklarını ne oranda kullanabileceği yetkileri ve sorumlulukları tanımlama.

· İşe personel almadan önce bu personelin yapacağı görevleri belirleme.

· Organizasyonlarda görev alan yöneticilerin, hangi iş grupları ile ilişkilerde olacağını belirleme.

· Aynı yöneticilerin kuruluşun yakın çevresindekilerini, grup ve kuruluşlarla ne zaman,nasıl, hangi konularda, hangi yetkiler ölçüsünde ilişkiye gireceklerini belirleme.

· Her örgüt grubunun bağlı olduğu üst yönetici ile hangi zamanlarda ne tür raporlama ilişkisine girileceğine, bunların zorunlu ve ya ihtiyari alanlarını belirleme.

· Her bölüm ve ya kısım yönetcisinin başka grup yöneticileri ile birlikte katılacakları komite toplantılarını belirleme.

· Bütün bu özelliklere uygun personelin uygun nitelik taşıyanlarını istihdam etme.

ORGANİZASYONUN İLKELERİ:

-KOORDİNASYON: Organizasyonun ilk ilkesi koordinasyondur. Organizasyonlar, uzmanlaşma ve iş bölümünün doğal sonuçları olduklarından, amacı organizasyonlardaki bütün işlerin koordine edilerek gerçekleştirmesine ulaşmak olmalıdır.

-YETKİ: Organize olma gerekliliği diğer ilkelerin rehberliğindeki aktivitelerinde harekete geçirmesi gerekir. İlk yetki faaliyeti her bir yönetim işinin görev ve sorumlulukları tarafından tanımlanmasıdır.

-LİDERLİK: Yetkinin kullanımı, liderlik vasfıyla yönlenir. Yani buna yetkinin kişiselleştirilmesi denebilir.

-UZMANLAŞMA: Kişilerin hangi süreyle hangi işten sorumlu olacağını belirtmesidir. Yazılı olarak bildirilmelidir.

SPOR YARIŞMA SİSTEMLERİ

Yarışmaların düzenli bir şekilde organize edilebilmesi ön çalışma ve programların daha önce hazırlanmasıyla mümkündür. Program hazırlanırken;

- Yarışmaya katılan takım sayısı

- Ayrılan zaman

- Yönetecek hakem

- Yerleşme yerleri

- Sağlık ve ulaşım tedbirleri

- Emniyet göz önünde bulundurulmalı

Ülkemizde yerleşmiş ve yaygın bir biçimde uygulanan spor yarışma sistemleri şunlardır.

1- Lig Sistemi(puan sistemi)

2- Tek devreli lig sistemi

3- Çift devreli lig sistemi

A-Her takımın birbirleriyle turnuva sürecinde bir kez karşılaşma yapması anlamındadır. Yapılan maç sayısını saptamak için şu formül kullanılır.

FORMÜL>> Takım sayısı = n-1 X n / 2 = Maç sayısı.

Sözlü anlatım olarak müsamakaya katılan takım sayısı bir eksiğiyle carpılır ve ikiye bölünür. Örneğin, (8-1) x 8/2= 28 maç yapılacaktır.

1. GÜN 2.GÜN

1-8 1-2

2-7 3-8

3-6 4-7

4-5 5-6

ELEME SİSTEMİ: Müsabakaya katılan sayısı ya da ferdi sporcu sayısını fazlalığı ya da süresinin azlığı olduğu durumlarda kullanılır. Kazanan takımın bir üst tura çıkması diğerlernin eve dönmesidir.

A-TEK ELEME SİSTEMİ

Eğer katılan takım sayısı 4 ve 4ün katı ise takımlar hiçbir işlem yapılmaksızın sistem uygulanır.

Maç sayısı: takım sayısı-1

Maç sayısı: N-1

Katılan takım 4 ve 4ün değilse bir takım “bay” ilan ediliyor. Bu sayının üstündeki sayıda çıkarılır. Yani 13 takım varsa 16 dan 13 çıkarılır. 3 takım bay ilan edilir. Diyelim ki 18 takım var, bir sonraki kat olan 32 den çıkarılır. 32-18=12 takım baydır.

B-KARMA SİSTEM

Hem lig hem eleminasyon sisteminin kullanıldığı sistemdir. Türkiye şampiyonası, şampiyonlar ligi, dünya kupası eleminasyon sistemi ve grup düzeni gibi.

*Öncelikli grup, lig daha sonra eleme sistemi kullanılır.

4’lü grup eşleşmesi örneği,

A1

A1

B2

B1 A1

B1

D2

A1 (FINAL)

A2

C1

C1 C1

B2

B2

D1

ORGANİZASYON ---

YAZIŞMA,ONAY ve TAHSİSLER: Organizasyonu resmen başlatan işlemlerin toplandığı gruptur. Gereken faaliyetlerin belirlenmesi ve bunlara izin, onay alındıktan sonra(belgelenmek kaydıyla) yürürlüğe sokulması çalışmalarını kapsar. Bu çalışmaları, şu ana başlıklar altında sayabiliriz.

TAKIMLARA DAVET

Yazışmalar, yöresel, ulusal ve ya uluslar arası düzeyde organize edilebilirler. Yöresel ve ulusal organizasyonlarda da davet doğrudan kulüplere yapılır. Organizasyonun uluslar arası nitelik taşıması halinde ise, devletin ülkelerin milli federasyonlarına yapılmasında yarar vardır. Ancak, Avrupa kupaları, temsili müsabakalar, kulüplerin katılacağı özel turnuvalar gibi, doğrudan doğruya milli takımların değil de kulüp takımların iştirakıyla… Ayrıca devlet yazıları, eğer daveti yapan ülke vize istiyorsa, bu vizenin alınması içinde gereklidir. Davete cevap verilmeli katılıp katılmayacağını bildirmeli. Cevapta gecikme olursa ihraç ve para cezası verilir.


İZİN VE GÖREVLENDİRME ONAYLARI

Bir müsabaka organizasyonun üstlenilmesi halinde yapılacak olan ilk iş, bu organizasyona ait gerekli izin ve onayları almaktır. Organizatör devlet ise, bu prosedür devletin kendi birimleri arasındaki iç yazışmalarla işlemeye başlar. Organizatör devlet değil ise, işe önce devlet kademelerinden izin alınarak başlanması gereklidir. GSGM’ ye yapılacak başvuru ve alınacak izin ile,devletin diğer ilgili kademelerinin onayları sonrası, organizasyonun yapılması kesinlik kazanır.

MALİ ONAY

Bir organizasyonun belki de en zorlu kısmını bu aşamada yerine getirilmesi gereken işlemler teşkil etmektedir. Organizasyonun yapılacağı belli olduktan sonra hesap edilen harcamalar ve varsa gelecek katılma payları ve diğer gelirlerle tahmini bir bütçe hazırlanır ve mali sorumluların onayına sunulur. Zira devlet sektöründe mali sorumlular her ne kadar devlet teşekkülünün kadrosunda görev yapsalar bile, mali açıdan teşekkülün en büyük amirine değil, SAYIŞTAY’ a karşı sorumludur ve EMİR ALMAZLAR.

MÜSABAKA ALANLARININ TAHSİSİ

Organizasyonların yapılacağı tarih ve yerlere göre müsabaka alanlarının tahsisi, tüm spor branşlarının koordinasyonu sağlandıktan sonra faaliyet sezonu öncesinde yapılmaktadır. Ancak bazen yanlışlıkla aynı tarihte aynı spor alanına birden fazla organizasyon verildiğine rastlanır. Bu durumlarda çoğu kez spor alanı öncelik sırasıyla uluslar arası nitelik taşıyana, uluslar arası niteliği yoksa ulusal niteliği olana verilir ve diğer organizasyon başka bir yöreye ve ya spor alanına kaydırılır.

KOMİTELERİN KURULMASI

Müsabakalarının organizasyonu, değişik aşamalar için şu şekilde sıralanır.

1-ONUR KURULU

Spor bakanı organizasyon yapılan yörenin valisi, belediye başkanı, GSGM müdürü ve muavini, ilgili sporun uluslar arası federasyon başkanının yer aldığı komitedir. Herhangi bir görevi bulunmamakla beraber, protokol de temsil yetkisi mevcuttur.

2-KONTROL KOMİTESİ

Sadece uluslar arası organizasyonlarda kullanılan komitedir. Üyeleri ve başkanı ilgili spor branşının uluslar arası federasyonu tarafından seçilir. Organizatör ülkeden seçilen 1-2 kişinin haricinde diğer üyelikleri, ilgili spor konusunda uzmanlaşmış kişilerden oluşur. Organizasyonlarla ilgili üst düzey yönetim kararları bu komitede alınır ve gereken yerlere bildirilir. Organizasyonun beynidir.

3-ORGANİZASYON KOMİTESİ

Ulusal organizasyonlarda üst, uluslar arası organizasyonlarda alt düzey yönetim kararlarının alındığı komitedir. Tamamen organizatör ülkenin mensuplarından oluşur. Organizasyon için ihtiyaç duyulan çeşitli faaliyet alanlarından deneyim sahibi kişilerin bulunduğu bir topluluktur.

4-İCRA KOMİTESİ

Kontrol komitesi ve organizasyon komitesinin almış olduğu kararlar doğrultusunda, işleri yöneten komitedir. Üyeleri, ilgili spordan bir çok yönüne vakıf, karar verme yeteneğine sahip kişilerden seçilir. Bu üyeler organizasyonun sağlıklı yürüyebilmesi için çeşitli mekanlarda görev icra ederler ve her biri münferiden uygulama yapmak için yetkilidir. Başkanlık görevi ise genellikle organizasyonun komitesi ve ya kontrol komitesi üyesi de olan biri tarafından yerine getirilir.

YÖRESEL ORGANİZASYON KOMİTESİ

Yapılacak olan organizasyonun birden fazla yörede gerçekleştirilmesi planlanmışsa, her yöre için bir yöresel organizasyon komitesine ihtiyaç vardır. Organizasyon komitesinin yapı ve nitelikleri ile aynıdır.

ALT KOMİTELER

Her organizasyonda mutlaka mevcut olmayıp organizasyonun başarılı bir şekilde gerçekleşmesi için gerekirse, sadece belli bir hizmet ve ya işle uğraşmak üzere kurulan komitedir. Bu komiteler organizasyon komitesine bağlı çalışırlar ve kendi görev alanlarında yapılması gereken işleri üstlenirler. Üyelerinin uzman sıfatlarını taşımaları şart olmamakla beraber görev alanlarına yabancı olmamaları gerekir.

SPOR TEŞKİLATI FİNAL NOTLARI

HAZIRLAYAN,

TOLGA YALÇIN.