12 Aralık 2011 Pazartesi

Veda Yazısı



Zor şey gitmek. Hele bir de gideceğin yeri hiç bilmiyorsan eğer, çok zor. Bir tarafta da bıraktıkların var ardında... Zor şey bir adım sonrasını bilmemek.

Topladım bavulumu. İçinde, daha önce hiç sahip olmadığım renkler, zevksiz ve tatsız yükler varken, çektim fermuarını kapattım valizimi. Sabah olunca omzuma takacağım ve çekip gideceğim. Ardımda kalan, gözleri dolmuş, belki ağlamış bir çok insan bırakarak. Mesela, annem ağlayacak. Muhtemelen saatlerce susmayacak. Şu an bu satırları yazdığım, son dakikalarımı geçirdiğim bu yatağa gelecek, yastığıma sarılıp benim kokumu içine çekecek ve gözyaşlarının ıslattığı yüzünü dayayıp kokumla uyuyacak.

Zor şey gitmek bunları düşünerek.

Gideceğim, saatlerce uzağa. Kulağıma bir kaç güzel şarkı takılacak yol boyu. Gözümde bir çok anı canlanacak. Böylesine gözü yaşlı insana inat hiç akmayan gözyaşlarım belki kimsesiz kaldığım bir anda bana eşlik edecek. Nitekim, kimsem kalmayacak.

Zor şey gitmek, bunları düşünerek.

Etrafımda bir kola kasası içerisine doldurulmuş boş şişeler gibi birbirine benzeyen onlarca insanın arasına karışacağım. Şişelerin etrafını süslenen bir kaç yıldız, bir kaç arma bana hükmedecek, belki de çok üzecek ama benim sesim çıkmayacak.

Zor şey gitmek, bunları düşünerek.

Zaman aksın istemez insan yaşarken, yaşlanmak korkusuyla. Ben muhtemelen ölüme yaklaşmayı tercih edeceğim, akmayan zamana kin kusarak. Bitsin diye çentik çentik yıpratacağım kendimi, siz hiç bunları bilmezken.

Zor şey gitmek, bunları düşünerek.

Sonra sizi özleyeceğim. Dostlarımla tokuşturduğum kadehleri. Annemin yaptığı yemekleri mesela. Gecenin bir vakti çalan telefonumu... Beni düşünerek duvarımda bir şeyler paylaşan arkadaşlarımın küçük kırmızı ileti kutucuklarını, twitter'da bahseden hiç tanımadan kaynaştığımız insanları özleyeceğim.

Zor şey gitmek, bunları düşünerek.

12 Aralık, hayatım boyunca hep çok zor bir tarih oldu benim için. Özellikle de son yıllarda. Şimdi de veda tarihim.

Dediğim gibi, zor şey bunları düşünürken gitmek ama bir şey var ki tüm bunları sineye çekip üstesinden gelmemi sağlayacak; o da sizsiniz aslında. Hayatım boyunca, doğduğum andan itibaren, hayatıma giren, çıkan, seven, sevişen, küfür eden, terkeden, yalvaran, isyan eden herkes çok şey kattı bana. Kocaman bir adam olurken, kocaman bir zırh bürüdünüz üstüme. Her zorluğun üstesinden gelmeyi başarabilmemi sağlayan bir zırh...

O yüzden, ben üstesinden geleceğim bu vedanın. O yüzden, siz, dostlarım, aşklarım, düşmanlarım, ailem... Hepiniz dikkat edin kendinize ve sağlıcakla kalın.

17 Mayıs 2012'de görüşmek üzere.

Hadi eyvallah!

13 Kasım 2011 Pazar

Küçük Bir Aşk Hikayesi, Mutsuz Sonlu



Ben ilk kez birine nasıl aşık oldum biliyor musunuz? İlk kez başka bir bedene nasıl karıştım? Anlatayım...

Yine her zaman olduğu gibi bir geceydi. Her akşam güneş battıktan sonra yaşadıklarımızdan hani. Tek farkı, o akşam onunlaydım ve tüm geceyi onunla geçirmiştim. Hepsi bu. Soluk soluğa sevişmemiz de çok mühim değildi aslında. Çünkü bu işi ilk kez yapmıyordum o güneş battıktan sonra yaşadığımız daha önceki akşamlarda olduğu gibi. Hiç bir şey farklı değildi, sabah olana kadar.

Uyandım... Karşımda bana bakan ve dakikalarca orada soluk alıp verişimi heyecanla izleyen o dün gece ki kadını gördüm. Onun tutkusunu, heyecanını ve mutluluğunu okudum o an. O an sanki kalbinin atışını, yüksek sesli bir müzik aletinin çıkarttığı ses kadar net duyabiliyordum. Tüm bu hisleri yaklaşık bir saniye içerisinde yaşadım. Ondan sonrası tamamen karmaşık. Çünkü bir saniye öncesinde gözlerimi açtığım dünyanın bir saniye sonrasında bambaşka bir adam oldum ben. Aşık oldum.

Bir kadına dokunabilirsiniz, dokunmuşsunuzdur. Öpersiniz... Sevişir, sonra belki seversiniz. Bu süreç, keyiflidir ve çoğu zaman göreceli değildir. Aşık olmak böyle değildir ama. Kesin olan tek şey aptallaşacağın ve asla kendin olmayacağınızdır. Çünkü az önce saydıklarımızı değiştiren bazı olaylar gelişir ardından... Bir kadına dokunabilirsiniz, dokunmuşsunuzdur; titreyerek. Öpersiniz, bırakamadan. Sevişirsiniz, kan tüm hücrelerinize hücum edercesine, doymadan. Seversiniz bir de, tüm dolaşım sistemine inat bir kuvvetle çarpan kalbinizle. Hayat başkalaşır, aptallaşırsınız... Ben oldum.

Ve gün gelir, biter. Bitişi de yaşadığınız aptallığın sonucudur aslında. Tüm sebepler, aptallaşmanın getirdiği o saçmasapanlığın içinden fırlar, gelir, bozuverir o inanılmaz büyüyü. Sonrası hep ayılma çabası... Sonrası hep şişelerce sarhoşluk. Devrildim ve çok sarhoş oldum.

Asıl olayın sırası gelir de çatar ki en acısı da budur aslında. Çünkü buraya kadar hep bir belki taşır aptal sarhoş. Belkileri tüketen ise başka bir adamdır. Gelip, sokuluverir aşkınızın arasına. Aranızdaki mesafeleri kilometrelerce katlayıverir bir anda. En acı kısmı da, sizi kendine aşık eden o kadının artık başkasının koynunda olması değil, yanına kıvrılan o başka adamın uykusuna seyirci olması, aldığı nefesi, verdiği nefesi izlemesidir... Tıpkı size yaptığı gibi. Artık sizin değil, onun dünyanın en güzel, en tatlı uyuyan adamı olduğuna karar verdiği an biter tüm belkiler... Ayılırsınız.

Ayılmak, soğuk bir suya çakılmak gibidir çok yüksekten. Çok acır, sadece bir kez. O acı da çok sürmez ama. Zira kalp krizi geçirirsin o an, oracıkta saniyeler içerisinde ölüverirsin.

Ölmeyin, öldürmeyin...

4 Kasım 2011 Cuma

Herneyse



Herkes gitti. Ne sen kaldın, ne de ben...

En çok herkes kendi kabuğuna çekildiği zamanlarda özledim seni. Çünkü, ben hep kendi kabuğuma sensiz dönsem de, bir avuç hayal koydum cebime. Bir avuç sen.
Ama ne yeşil gözlerinin hayali yetti bana ne de artık hissedemediğim varlığın... Hani bir kelime olsa ifadeyi mümkün kılan, hiç şüphesiz durmazdı iki dudağımın arasında, düşerdi, seni ifade etmek için sarf ettiğim kelimelerin arasına...

Herkes gitti. Ne sen kaldın, ne de ben...

En çok herkes kendi kabuğuna çekildiği zamanlarda düştü aklım sana. Ne kabullendim, ne de bir mantığa oturttum yokluğunu... Her gece benden uzakta uyurken başka hayaller içinde sen, bir kez olsun düşmek istedim bir yıldız gibi umut saçan bir halde hayallerine. Oysa artık ne bir hayaldim, ne de bir gerçek...

10 Eylül 2011 Cumartesi

Doesn't live here anymore



Küçük bir dünyam var benim.

İçine seni sığdırabilmeyi asla başaramadığım.
İçine girmek için hiç bir zaman çabalamadığın.

Tırtılın, kelebek olup özgürlüğe uçma hikayesini bilirsin.

Kelebek olmak gibi bi derdim olmadı hiç.

Ben küçük bir tırtıl gibiydim. Bir koza ördüm ama bir kelebek olup dışarlara uçmak için değil de, sen o kozanın içine bir gün girersin diye.

bekledim.

olmadı. öldüm.

26 Ağustos 2011 Cuma

Sus

ucuz sözlerle doldurduğumuz hayatın, her defasında canımızı yakan kısımlarını örtmek için başka sözler buluruz. tekrar tekrar... ve biliriz aslında, hiç işimize gelmeyen şekilde, her defasında kendimizi kandırarak, bilmiyormuş gibi en başa döneceğimizi.

o yüzden, kelimelerin yeri değişir, ama hissettiğin acı hep aynı kalır.

o yüzden sus hayat. yorma kendini.

anlatma bildiklerimi farklı sözcüklerle, nokta konmuş hikayelerime.

1 Temmuz 2011 Cuma

Çaresiz

Ne düşüneceğim ya dedim kendi kendime! Hayatımda ne var ki yazılacak, söylenecek?
Ben bomboş bir adamım kadın.

Doğru kelimeleri asla doğru kadınlara kurmamış bir adam.

Aşkın kelime anlamından öte hiç bir şey bilmeyen bir adamım ben.

Dünyayı etrafımda döndüren, ama hep sabit kalan bi adam.

Ruhsuzum kadın.

13 Haziran 2011 Pazartesi

ihanet



Bazen hiç olmadık bir yerde, olmadık bir zamanda, hele hele başka bir kadının koynunda bir şarkı takılır ağzına...
Oracıkta canın yanar. Keyfin ortasında, paramparça eder seni. Neden diye sorarsın ve cevaplarsın hemen ardından...

Çünkü sadece bir kere hata yaparsın ama asla telafi edemezsin. Söylenir sözler, çeker gidersin... Olduğun yerden bir adım öteye kadar.
Sonrası hep ona doğru koşturmak ve ulaşamamaktan ibaret.

Yorulursun, küçük adımlarla dönersin geriye... O bir adım öteye.
Gerisi hep yalnızlık.

Bir not düşer dilim yokluğuna: "-Sadece bil diye söylüyorum, affet sevgilim."

9 Haziran 2011 Perşembe

Senden sonra...

Kötü kokuyor bu hayat senden sonra. Alıştırdığın teninin kokusundan çok uzakta olduğumdan, biliyorum. Senden önce böyle miydi diye sordum, cevabı yok. Sanki öncen yok, sonrası kötü kokuyor.

Sana benzettiklerime, seni andıranlara ya da sadece kadın diye sarılıyorum başkalarına... Öpüyorlar beni, tatları yok. Kötü ve çirkinler.
Kokusu yok onların...

Ve ben her özlediğimde kokunu, bi kaç damla göz yaşını silmek zorunda kalıyorum.

Kötü, çok kötü kokuyor hayat.

En son üşüdüğünde sana verdiğim ve artık kokmayan hırkama sarılıyorum bazen. Bazen sımsıkı. Bazen onunla uyuyorum. Uçup gitmesin diye yalvarıyorum, dinlemiyor beni canına yandığımın.

Hayal ediyorum senden sonra kokunu.

Belki çok özlemezdim, hayat bu kadar kötü kokmasaydı eğer.

3 Haziran 2011 Cuma

Pişmanlık

Bu son diyerek yudumladığım, kaçıncı sonu gelmeyen kadehimdi o gece? Barın köşesinde duran o kızıl saçlı kızı hatırlıyorum. Yanıma geldiğini. Çok içtiğimden bahsettiğini hatırlıyorum. Bir de elime tutuşturduğu küçük kağıdı.


-Sahi nerede o kağıt?

31 Mayıs 2011 Salı

O değil...



Bir kapıyı açarsın, karşında gözlerinin içine içine bakar. Artık ne geri dönebilirsin, ne de bir adım daha atabilirsin. Dünya üzerinde o an bir sen bir de onun gözleri varmış gibi yaşarsın o saniyeleri. Beyninde milyonlarca düşünce, binlerce küfür, binlerce aşkla bezenmiş karmakarışık sözcükler dolanır durur. Fakat en iyi ihtimalle ya merhaba diyebilirsin ya da nasılsın. Sonrasında saçma sapan ve asla hatırlanmayacak onlarca kupkuru sözcük. Her biri plansız, her biri bana ait değilmişcesine. tıpkı senin gibi…


Ben yutkunurum, kurumuş boğazıma inat adını söylerken... Kokunu duymamak için kendimi zorlarken.
Dilim bile yabancılaşmış adına, anlaşılmaz bir halde. 
Bu koku senin değil. Hele bir de sen... 
Sen artık benim değilsin.


Senin artık dilinde, teninde başka bir adam... Ellerin onu arıyor devamlı, bazen bana uzatsan bile.
Kandırmadım diyorsun seni hiç. Sevmekten vazgeçmedim...
Ama gittim artık diye ekliyorsun, "başkasına ait oldum!" diye üstüne basa basa.


Ezildim. Bu gece hiç bilmediğim yerden vurdu hayat beni. Çok çalıştım, çok hazırlandım buna ama beklediğim gibi geçmedi zaman senin karşında.


Kaybetmek güzel olmadı hiç bir zaman biliyorum da hiç bu kadar acıtmamıştı daha önce.


...ve şunu da biliyorum ki bu son olmayacak. Ama canım sadece gözlerine baktığım an gibi bir daha yanmayacak.


Sen yine geçeceksin. Ben yine kanattıktan sonra zor tutan kabukları yolmamak için kendime direneceğim.
O son geldiğinde, artık beni kanatamayacaksın.

28 Mayıs 2011 Cumartesi

yeniden...

Sebepsizliğe üzüldün mü hiç? Hayat seni bomboş sayfaları karalar gibi hoyratça harcarken...
Oysa hiç bir neden yok, oysa hiç birini haketmedin.
Belki hepsi senin suçundu, çoğunu yok yere sahiplenmişken.
Bırak dediler bir çok defa, kolların ona sarmaşık misali dolanmışken.
Ne çözebildin, ne de çözebildiler seni.

Hep anlattın durdun, bir çok defa bağıra çağıra...
Duymadılar.

Sustun sonra, saniyelerce, belki yıllarca.
Farketmediler.

21 Ocak 2011 Cuma

AYAKTA UYUTULUYORUZ!


AYAKTA UYUTULUYORUZ!
Bundan yaklaşık 1 yıl kadar önce Türkiye’de ki antrenörlük sistemini eleştiren ve muhakkak ki düzenlenmesi gerektiğine işaret eden bir yazı yazmıştım “hak aramak” başlığı altında. Bu yazıyı yazarken sesimi duyurabileceğim kitlenin hiç bu kadar büyük olabileceğini düşünmemiştim. Öncelikle yazıyı, Sporx.com editörlerinden Sayın Esat Dergi köşesine taşımış, NTVSPOR’dan Sine Büyüka Twitter üzerinden bu yazının bir çok takipçisine ulaşmasını sağlamış ve sayın Ersin Düzen’de merak ettiklerinin cevabını alarak bunun yine o dönemde çalıştığı NTVSPOR’un programlarından “Spor Servisi’inde” yayınlanmasını sağlamıştı. Bu programın iki değerli yorumcusu Sayın Fuat Akdağ ve Sayın Mehmet Demirkol, bu meselenin çok önemli olduğunun altını çizmiş ve dakikalarca CANLI yayında bizlerin sesini bir şekilde spor kamuoyuna iletmişlerdi.

1 yıl geçti üzerinden. 4 ila 5 yıl kadar Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulları’nda eğitim alan “meslektaşlarım” onların okul sonrasında atılacakları bu hayatta Türkiye Futbol Federasyonunun adaletli olmasını bekledi durdu. Çünkü aldıkları 4 ila 5 yıllık eğitimin sonunda elimize aldığımız UEFA B lisansının bu eğitimi almadan, sadece 1 yıl bile profesyonel olmuş her hangi bir futbolcu tarafından alınabiliyor olmasına tahammül edemiyordu. Bu konuyla ilgili okul yönetiminde başımızda bulunan hocalarımız ve TFF bünyesinde çalışan akademisyen hocalarımız birçok toplantı yaptı, fakat bir sonuç elde edemedi.

Bir sistem düşünün ki, 4-5 yıl akademik eğitim ile yetiştirdiğiniz VASIFLI elemanın yerine, TOPLAM SÜRESİ neredeyse 3 ay etmeyen kurslardan yetişmiş ANTRENÖR ADAYLARINDAN düşük bir derecede diploma sahibi olacak. Az önceki yazdığım satırları yanlış okumadınız. Türkiye Futbol Federasyonu’nun 23.12.2010 tarih ve 99 sayılı toplantısında kabul edilen Antrenör Lisans Kursları Talimatı’na göre Beden Eğitimi Spor Yüksekokulu’ndan mezun olmuş bir öğrenci bu yıla kadar UEFA B lisansı alırken, bu lisansı TFF C’ye düşürmüşlerdir!! Yine aynı toplantıda ise 1 SENECİK bile profesyonel olmuş bir futbolcunun alabileceği lisans yine UEFA B olarak belirlenmiştir.

Bir ülke düşünün ki, eğittiği insanları hor gören, onları hiçe sayan ve hep kendi mutfağındakileri doyuran GERİSİ ne yaparsa yapsın diye düşünen bir ülke…

Bu yazıyı buraya kadar sabırla okuyan herkesin elini vicdanına koyması gerekiyor. Yıllarca bilimden uzak antrenörlerle çalışan bu ülkenin bunca yıl neden çok başarılı sporcular yetiştirmediğini sorgulaması gerekiyor! 70 milyonun üzerinde ve inanılmaz boyutta bir genç nüfusa sahip bu ülkenin BİLİNÇSİZ, BİLGİSİZ antrenörler eşliğinde NİCE yetenekli gencin nasıl harcandığına artık göz mü yumacaksınız? Hocalarından gördüklerini yedekleyerek, doğru yanlış bilmeden HER YAŞ KATEGORİSİNE biraz azaltıp, biraz çoğaltarak antrenman yaptıran zihniyetle NEREYE gitmeyi planlıyorsunuz yahu!!!

Ege Üniversitesi 4.sınıf Futbol Antrenörü adayıyım, değerli arkadaşlar. Son sınıf öğrencisiyim yani. Bu yıl okuluma başlarken, alacağım diplomanın üzerine inşa ettiğim planlarımın soğuk bir Aralık gecesi, bu ülke futboluna yön veren birkaç kişi tarafından nasıl köreltildiğine tanıklık ettim. Benim gibi, ailesinin zor durumuna rağmen eğitimi için, gece gündüz çalışan, bu ülke içerisinde “BÜYÜK ADAM OLMAK İSTEYEN” nice, gerçekten bilgili antrenör adayıyla nasıl dalga geçildiğine tanıklık ettim.

Türkiye Futbol Federasyonu çok büyük bir yanlış içine girmiştir. Bu sistem içerisinde Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulları’ndan yetişmekte olan antrenör adayları sindirilmek istenmektedir. Yıllarca futbol camiasında birbirlerini kayırarak sürdürdükleri bu düzen içerisinde kafası çalışan, yükselmeyi hedefleyen, bilim ışığında sporcuları yetiştirmeyi isteyen antrenörleri durdurmak istemişlerdir. NE YAZIK Kİ, bu yazı bizim sesimizi duyurmaz ise bunu başaracaklardır. Benim gibi, bu işe hırsla ve tutkuyla bağlı birçok arkadaşım hakkını aramaktadır. Fakat bu iş 3-5 kişiyle mümkün olmayacaktır. Dilerim, sporu seven, bu işin özendiğimiz Avrupa ülkeleri düzeyine ulaşmasını, o nitelikte oyuncuların yetişmesini arzulayan nice arkadaşımız bizim sesimizi duyurmaya yardımcı olacaktır.

Saygılarımla,
Hakları elinden alınmış, hayalleri çalınmış, sindirilmek istenmiş bir antrenör adayı.

TOLGA YALÇIN.

9 Ocak 2011 Pazar

goal by tuncay sanli

Bugün oynanan Stoke City - Cardiff maçında takımını 1-0 yenik durumdan beraberliğe taşıyan golü atan Tuncay Şanlı'ya golden hemen sonra Stoke City taraftarının tezahuratları ne kadar güzel :)

Bizim tribünlerden biraz araklama gibi gözükse bile bununla gururlanmamak elde değil :)

Darısı nice Türk oyuncusuna!