28 Mart 2010 Pazar

@SamiYen

Bir derbi heyecanıyla daha karşı karşıyayız. Lig epeyce karışmışken böylesine bir haftada derbinin oynanacak olması bu maçın önemini biraz daha arttırıyor.
Gün itibariyle 35.başkanını seçen Galatasaray, yola yine Adnan POLAT ve ekibiyle devam ediyor. Artı bir motivasyon yaratcağına inandığım bu olayın devamında Galatasaray'ın, Ali sami yen'de yenilmezlik ünvanını sürdürüyor olması da hiç şüphesiz ki 'ekstra' motivasyon olacaktır.

Fenerbahçe'nin sürekli Galatasaray'a karşı üstünlük kuruyor olması şu şartlarda ve FB'nin son haftalarda ki futboluna bakarsak eğer elinde ki tek kozu.

Tüm bunlarla ilgili sayfalarca yazı yazılabilinir ve konuşulabilir. Fakat bildiğimiz gibi bu derbilerde rüzgarın nasıl esceği belli olmuyor hiç bir zaman. Hakem düdüğü çalacak ve 90 dk sonunda bu iki takım gülmese bile mutlaka gülecek iki takım daha olacak.

Kişisel olarak skor tahminim, nedense farktan yana. 4-0 biter gibi geliyor.

Hep beraber görücez.

24 Mart 2010 Çarşamba

Bir başka adamdın sen!


Seni unutmak kolay olmayacak büyük başkan! Bize öğrettiğin en güzel şey ise, Büyük bir başkanın nasıl olacağıydı. Devre arasında hakem tehdit etmek değildi başkanlık çünkü. Takımı büyük bir yenilgi alıp, derin bir üzüntü yaşarken karşısında ki rakibi tebrik edebilmeyi başarabilmekti onu büyük ve bambaşka bir adam yapan!

Mekanın cennet olsun adam gibi adam! Aslantepe seni hiç unutmayacak!

12 Mart 2010 Cuma

En güzel hikaye

Dünyanın en güzel hikayelerinden birini anlatacağım size bugün... Hiç uzatmadan, buyrun...


"Herşey benim için çok zor geçen bir dönemin sonunda başlamıştı. Sıcak bir mayıs akşamı benim için kabus gibi geçen bir dönemin çıkışıydı, öyle olmak zorundaydı. Yardıma ihtiyacım vardı. Gerçekten çaresiz kaldığım bir süreçti bu. Hani bazen hayatta tüm kötü şeyler üst üste gelir ve dibe vurursunuz ya, tam olarak buydu yaşadığım. Bu inkar hikayesi de işte o dipten buraya gelişi anlatacak.

Okul dönemi kötüydü, çok severek yaptığım antrenörlük işimden iş bilmez, hatta kendini bilmez serseri yöneticiler yüzünden 'kavga ede, ede' ayrılmıştım. Futbolda ise işler hiç istediğim gibi gitmiyordu. Üst üste yaşadığım sakatlıklar, kötü kulüp tercihleri bir türlü istediğim o kocaman adımları atmama izin vermiyordu. Herşeye tuz biber eken ise tam ihtiyacım olduğunu düşündüğüm bu dönemde, hayatımı açabilceğim, sığınabilceğim kimse yoktu. Bir yerden başlamak gerekiyordu ama ne bunu yapabilcek gücüm vardı, ne de ufacık bir isteğim.

Bir karar vermem gerekiyordu, bu süreçten çıkmak için mutlaka bir şeyler basamak olmalıydı. Yoksa nefes bile almak külfetti bedenime. "TOPARLAN!" dedim. Önce okulu halletmeye karar verdim. Kitapları açıp önüme koydum, onlar bana, ben onlara baktım. Kapattım. Tam bu sırada bir el uzandı bana. Dokundu. Hayat değişti...

18 Mayıs'ı 19 Mayıs'a bağlayan o gün ve gece hiç durmadan yardım etti o el bana, sanki mucizeye tanık oluyordum. O el, ruhuma, aklıma, kalbime ve en son tenime dokundu. Dünya değişti.

İhtiyacım olan tek bir not vardı, 95. Aksi bir not almak beni ortalamanın altında bırakcaktı. İnanır mısınız, aldım. Tam olarak 95. Mucizeyi yaşamaya başladım! O battığım dipten çıkmak için bir sebebim vardı artık.

19 mayıs sabahında gözümü ilk açtığımda gördüğüm o yemyeşil 'gökyüzü'ne aşık oldum. Hani o nefes almakta zorlanan beden dolaşım sistemini kontrol edemez oldu. Fazla oksijen gidiyordu, kalbe beyne. Heyecandan tir tir titremesine engel olamıyordum bedenimin. Ellerimin bir sahibi vardı ve 'ellerim tam, ellerine göreydi.'

O yaz hayatımın transfer teklifini almıştım. Mucize dokunmaya devam ediyordu hayatıma. Bıraktığını sandığım elleri, dua için gökyüzüne açılmıştı.

Sonra yine tuttu ellerimi. Sımsıkı. Olsun dedi, sen yapacaksın. "BEN SANA İNANIYORUM!" dedi, hiç bir zaman sahip olamadığım bir inançla. Adam etti bu kez elleri beni.

Sonra bir kez daha bıraktı ellerimi, dedi ki; "senin için geleceğim, vazgeçme benden!" Yanıltmadı. ne o vazgeçti benden kilometrelerce uzakta, ne de ben. Dönüp tutucak sandım elleri, ellerimi. Yapmadı. Bir başıma kaldığım hastane odasında yalnız sanarken, yine benim için dua da olduğunu göremedim o ellerin. Kalktım ayağa, ellerim ellerine gitti. Sorgusuz sualsiz. Bildiğim gibi, sıcacık kavradım.

Bundan sonra bırakmaz sandığım eller, bu kez ellerimden uzak düştüğünde endişe etmedim. Biliyordum. Geri gelecek, yine tutacak ellerimi. Olmadı. İlk defa bu kadar uzak düştüm. Mucizemi yitirmiş olmak istemiyordum. Düşünmemeye çalışıyordum. Bu kez beni değil, kendisini, ailesini tutmak zorunda kalmıştı o elleri... Mecburum dedi. Bir kaç damla aktı, ellerim iki yana düştü.

Yokluğunu inkar ederek yaşadım aylar boyunca. Herşeyi bile bile. Geri geleceğini bile bile. Önce geldin, inkar ettin. Ama bak tutamam ellerinden dedin, inkar ettin. Sevmiyorum ki artık dedin, inkar ettin.

Bugün yaktın gemileri. Sevgilimsin dedin. Vazgeçemediğim tek adamsın dedin. Tuttun ellerimi.

Bırakma."

9 Mart 2010 Salı

Gripin m.s 05.03.2010


Tam anlamıyla bugün elime geçti MS 05.03.2010, internetten kesik kesik dinlediğim şarkıları gayet başarılı bir şekilde cd kalitesinden dinledim. Doya doya.

ilk çıktıkları günden bu yana gripin'e sadık bir dinleyici oldum. Fırsat buldukça da konserlerini kaçırmadım. Bu albüm hepsinden biraz daha farklı geldi yalnız. Şarkıları yaparken fazla efkarlanmış gördüm gripin'i.

Nilüfer'in coverı olmasa hareketli bir şarkı dinleyemicektik sanırım bu albümde.

Yine de bir an önce edinmenizi ve dinlemenizi tavsiye ediyorum.


3 Mart 2010 Çarşamba

Ümit Turmuş ile söyleşi


Geçtiğimiz hafta salı günü okulumuzda türk futbolunun yetiştirdiği beyefendi, en önemli hocalarından biri olan Ümit Turmuş'u ağırladık. Ders niteliğinde hazırladığı önemli notları ve bilgi birikimiyle bizlere gayet keyifli 1-2 saatlik bir süreç yaşattı.
Bildiğimiz üzere bu söyleşi öncesi Ümit Turmuş, Karşıyaka SK ile yollarını yeni ayırmıştı. Bank Asya 1.liginde 11.sırada aldığı takımını ilk 6 içerisine taşımış olsa da yine yaranamadı kimselere ve görevine son verildi. Bu konuyla ilgili hocamızın anlattıklarını ilerleyen bölümlerde aktaracağım. Öncelikle, söyleşiden küçük notlar vermek istiyorum.Blogumu takip eden okurların yakından bildiği gibi, okulumuzun ilk döneminde Ümit Kayıhan ile gerçekleşen söyleşiyi yazmıştım sizlere. Bu söyleşide ise inanılmaz bir kalabalık hakimdi. Özellikle, akşam saatinde olmasına rağmen hemen hemen tüm antrenörlük eğitimi öğrencileri katılım gerçekleştirmişti.

Okul müdürümüz Birol Doğan'ın öncelikle taktimi ile Ümit Hocaya merhaba dedik. Bu taktim sırasında öğrendik ki, Birol hoca, Ümit hoca ve yine okulumuz bünyesinde eğitmenlerimizden Ersin Altıparmak hocamızın sınıf arkadaşı olduğunu öğrendik. Bir sınıftan böylesine başarılı insanların çıkması, birbirleri için ne kadar şanslı olduğunun bir göstergesiydi hiç şüphesiz ki. Kim bilir belki bizlerde ilerleyen yıllarda benzer tablolar içerisinde bulunabiliriz. Gelelim söyleşimize.
Değerli hocamız Ümit Turmuş, ödevini yaparak gelmişti söyleşiye. Anlatmak istediklerini çok güzel bir şekilde özetleyerek bir kaç slayt gösterisi şeklinde göstermişti bizlere. Bunlara bir göz atacak olursak eğer ;İlk olarak bizlere Antrenörlük tarzımızın ne olduğunu sorarak başladı. Yukarıda ki fotoğrafta da görüldüğü gibi; "Rastgele, sıralı, felsefi ve somut" şeklinde nitelendirdiği başlıklar hazırlamıştı. Bizlerden kendimize uygun gördüğümüze gitmemizi istemişti. Söyleşiye katılan herkes ayağa kalkarak seçtiği yöne gitmiş ve kendine uygun bir tarz belirlemişti. Fakat işin aslı Ümit Hoca'nın bir süprizi gibiydi. Aslında bu kriterlerin hepsini içimizde sentezlememizi istediğini söyledi. Bir bakıma da haklıydı. Günümüz futbolunda sonucun altın değerinde olduğuna kendimizi kaptırıp, bunun aslında bir oyun olduğunu unutmamızı istemiyordu. Hak vermemek elde değildi gerçektende. Hocamız bu süreçte bizlere bir kaç slayt daha paylaştı. Bunları da vererek karşılıklı soru cevap bölümüne geçtiğimiz kısmı aktarmak istiyorum.
Hocamızın bu slaytlarda aktardıkları oldukça açık olduğundan ekstra bir açıklamaya gerek duymuyorum.


Bu bölümden sonra hocamız bizlere söz vererek karşılıklı soru cevap şeklinde diyalog içerisine girdik. İlk söz hakkını bana vermişti. Sorum anlattıklarından ziyade kişisel olarak büyük bir haksızlığa uğradığını düşündüğüm görevinden alınmasıyla ilgili olmuştu. Hatırlanacağı üzere yöneticilerin Ümit Turmuş'un teknik değerlendirmesine ve belirlediği kadroya yaptığı saygısızca tavır ve hareketlerden sonra sözleşmesi feshedilmişti. Bu süreçte Ümit Hoca'nın basında yer alan haberlerini yakından takip etmiştim. Bir açıklamasında, kendisine yapılan davranıştan rahatsız olduğunu bildirmiş fakat sadece hakkı olanı istediğini ve tazminat talebinde bulunmayacağını beyan etmişti. Bu olan bitenden, ileride antrenör olacak biri olarak rahatsızlık duymuştum. Oyuncuya dayalı düzenin içinde, futbolu bilmez yöneticilere prim yaptırdı diye kızmıştım bile kendi içimde Ümit Hoca'ya. Fakat anlattıklarından sonra ona hak vermemek elde değildi. Aldığı futbol antrenörlüğü eğitiminin üstüne İngiltere gibi futbolun beşiği kabul edilen bir yerde 3 yıl çalışarak kendine harika bir vizyon sağlayan bir hocanın maruz kaldığı durumu ne olursa olsun içime sindiremiyorum. Böylesine değerli şahısların ne kadar çok zor yetiştiğini görmezden gelmek kolay. Çünkü her gün emekli olan bir futbolcunun teknik direktör olduğu bir ülkede, kendi tırnaklarıyla kazıya kazıya yükselenleri harcamak kolay oluyor.

Futbol değerlendirmelerinde başarının ölçütüyle ilgili gelen sorulara da bizlere açıkladığı slaytlar üzerinden yanıt verdi Ümit Turmuş. Daha sonra çalıştığı kulüplerde başına gelen yönetici yanlışlarından ve karşılaştığı zor durumlarda ki dik duruşunu her ne kadar o söylemek istemese de farketmemek zordu.

Bir kez daha haksızlığa uğrayarak şimdilik ayrıldığı teknik direktörlük koltuğuna dileriz daha güzel şartlarda geri döner.

Bizlere vakit ayırdığı içinde burdan bir kez daha teşekkürlerimizi sunuyoruz Ümit Turmuş'a.

Saygılarımla.

2 Mart 2010 Salı

Mart kapıdan baktırmıyor artık!

Küçüklüğümden beri duyduğum bir şey var "mart" ayıyla ilgili. 'Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır!' Benim hatırladığım ise, çok uzak değil 90'ların sonu 2000'lerin başı! Yer Ali Sami Yen. Yenmekten başka bir şey düşünmeyen, yenmeden o stattan çıkılmayan Ali Sami Yen.

Şampiyonlar Ligi kuraları çekildiğinde Star'ın karşısına geçer, her organizasyon öncesinde verilen en çok katılanlar listesinde GALATASARAY'ın adını görmekten gururlana gururlana izlerdim çekilişi.

O organizasyonda olmasa bile Uefa'da muhakkak ki yoluna devam ederdi GALATASARAY. Çok uzun zaman oldu, ben hasretim Mart aylarında sana bakmaya, çok uzun zaman oldu huzurla konuk etmeyeli o avrupa'nın tek dişi kalmış rakiplerini.

Farkettim, bizim o bir tek dişimiz bile kalmamış.

Yeniden Avrupa'da doğacağımız bir yılda 'iyi ki doğdun' yazısıyla görüşmek üzere GALATASARAY.

Saygılarımla.