25 Ocak 2010 Pazartesi

Bi lig vardı süper diye, ne oldu ona?

Turkcell Süper Lig kaldığı yerden başladı. Önce sitemlere başlamadan demeliyim ki, iyi ki başladı! Tatil sürecinde, kalitesiz ve isteksiz kupa maçları ne yazık ki tat vermedi. Ülkemin futbolunun yıllardır içinden çıkamadığı kupa sorunsalı bir kez daha apaçık gözler önündeydi. Lig de maçların başladığı bu haftada İngiltere'de FA Cup maçları vardı. İzleyeniniz var mı bilmiyorum, Tottenham - Leeds United maçı vardı NTVSPOR'da. İngiltere'nin 1.liginde ki Tottenham ile 3.liginde ki Leeds United'ın karşılaşmasıydı bu. Gerek seyirci kalitesi, ilgisi, gerekse, Avrupa'yı donduran bu iklime rağmen pırıl pırıl bir saha vardı. Son dakikasına kadar heyecanın hiç dinmediği ve 3.lig ekibi Leeds United'ın direnişini izledik. Mücadele 2-2 bitti. Bu maçı izlerken aklıma nedense Galatasaray - Denizli Bld. maçı geldi. Biri Türkiye'nin 1.liginin takımı, diğeri ise 3.ligine(2b) denk gelen takımı. İki maç arasında, saha, seyirci, kalite, rekabet arasında bu derece uçurum olması gerçekten de manidardı.

Gelelim Turkcell Süper Ligimize... Devre arası tatilinden sonra, "başlıyor, çok özledik, yaşasın!" dediysek de heveslerimizi kursağımızda bırakan bir açılış oldu. Açılış maçında Türkiye'nin en güzel futbol stadyumu olan Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu'na konuk olduk. Aman tanrım! Futbol stadından ziyade bir tarlayı andıran bir görüntüdeydi. Ben bir futbol seyircisi olarak tam anlamında bir hayal kırıklığı yaşadım. Dünyanın parası verilen böylesine kaliteli futbolcuların, bu kadar paralar ödenen ligin hakkı bu zemin olmamalıydı! Futbolcuların yeteneklerini sorgulamalarına neden olan bu sahada garip bir son 15 dakikada kazanan mücadelesiyle hak eden Fenerbahçe oldu. Fenerbahçe ile açmak istediğim önemli bir parantezde kesinlikle Özer Hurmacı ile ilgili olacak. Oyuna girdikten sonra, isteği ve arzusuyla takımın aradığı kan oldu. İlerleyen yıllar onun için çok parlak olacak hiç şüphesiz ki.

Cumartesi akşamı ise İstanbul'u etkisi altına alan şiddetli kar yağışı bizi seyir keyfinden mahrum bırakmıştı. İnönü stadyumunun görüntüsünü ekranlardan izlediğimde Beşiktaş'ın bu maçı kesinlikle oynamak istemediğini düşündüm. Nitekim, müsabaka ertelendi. Bu süreç bana nedense kötü giden Beşiktaş'ın isteklerini böyle bir sahada yapamamak ve seyircisi önünde kaybetmenin bedellerini ödeyemeyecek olmasından korkması gibi geldi. Bu düşüncemi destekleyen unsur ise pazar akşamı hemen hemen aynı koşullar altında ki bir başka stadyum da futbol oynamak için "deli gibi" çalışan bir ekibi görmem oldu. Şartlar çok mu iyiydi? Hayır! Ama rakibi Fenerbahçe ile gazetede bakılacak puan tablosunda 4 puan farkı görmek istemiyordu Galatasaray. Her ne kadar herkesin bahsettiği gibi sıkışık program yüzünden oynandı denilse bile beni şeytan dürttü işte! Bu işlerin psikolojik eğitimini aldığımızdan beri nedense ilk aklıma gelen faktörler bunlar olmakta. Sonuçta Galatasaray'da başından sonuna hak ettiği galibiyetini güzel futboluna rağmen zor olsa da aldı ve zirve yarışında "gazetede ki puan tablosunu" istediği şekle getirdi.

Ligimizin ikinci yarısı hayırlı olsun temennisi içindeyim. Gerçekten çok zorlu ve rekabet dolu bir sezon izleyeceğimizi düşünüyorum. Umarım ki, ertelemelerin olmadığı, yatmaktansa oynamak için çırpınan takımlarımızı izleriz.

Herkes sıkı giyinsin, havalar soğuk.

Saygılarımla.

23 Ocak 2010 Cumartesi

Spor Teşkilatı(elde ki notlar)

ORGANİZASYONUN TANIMI VE ÖNEMİ: Organizasyon işletmenin amacına ulaşabilmesi için gereksinim duyduğu maddi ve beşeri araçlarla donatılması ve bu araçların en verimli olacakları ve ya en ekonomik şekilde çalıştırılacakları kısım ve bölümlere yerleştirilmesi anlamına da gelmektedir. Organizasyon insanların beraberce iş görme ve verimli bir şekilde çalışmasını sağlayan bir yapı oluşturmalıdır.

ORGANİZASYON SÜRECİ: Beşeri organizasyon sürecini bir işletimde yapılacak işleri belirleme, bu işleri kendi içinde benzerlik durumuna göre gruplamak, gruplanan işleri görecek sayı ve nitelikteki personeli işe alarak(istihdam ederek) bunların görev, yetki ve sorumlulukları ile örgütsel ilişkilerini düzenlemek, çalışanlarının toplamı olarak tanımlayabiliriz.

· Amaçlara ulaşabilmek için yapılacak işleri belirleme.

· İş analizleri yardımıyla birbirlerine çeşitli bakımlardan benzeri işleri bir araya getirerek gruplandırma.

· Her iş grubu için bu işleri görecek sayı ve personeli belirleme.

· İşe alınacak personelin yetenek, bilgi ve tecrübelerinin ne olması gerektiğini belirleme.

· Yönetim görevince çalışacak personelin üretim kaynaklarını ne oranda kullanabileceği yetkileri ve sorumlulukları tanımlama.

· İşe personel almadan önce bu personelin yapacağı görevleri belirleme.

· Organizasyonlarda görev alan yöneticilerin, hangi iş grupları ile ilişkilerde olacağını belirleme.

· Aynı yöneticilerin kuruluşun yakın çevresindekilerini, grup ve kuruluşlarla ne zaman,nasıl, hangi konularda, hangi yetkiler ölçüsünde ilişkiye gireceklerini belirleme.

· Her örgüt grubunun bağlı olduğu üst yönetici ile hangi zamanlarda ne tür raporlama ilişkisine girileceğine, bunların zorunlu ve ya ihtiyari alanlarını belirleme.

· Her bölüm ve ya kısım yönetcisinin başka grup yöneticileri ile birlikte katılacakları komite toplantılarını belirleme.

· Bütün bu özelliklere uygun personelin uygun nitelik taşıyanlarını istihdam etme.

ORGANİZASYONUN İLKELERİ:

-KOORDİNASYON: Organizasyonun ilk ilkesi koordinasyondur. Organizasyonlar, uzmanlaşma ve iş bölümünün doğal sonuçları olduklarından, amacı organizasyonlardaki bütün işlerin koordine edilerek gerçekleştirmesine ulaşmak olmalıdır.

-YETKİ: Organize olma gerekliliği diğer ilkelerin rehberliğindeki aktivitelerinde harekete geçirmesi gerekir. İlk yetki faaliyeti her bir yönetim işinin görev ve sorumlulukları tarafından tanımlanmasıdır.

-LİDERLİK: Yetkinin kullanımı, liderlik vasfıyla yönlenir. Yani buna yetkinin kişiselleştirilmesi denebilir.

-UZMANLAŞMA: Kişilerin hangi süreyle hangi işten sorumlu olacağını belirtmesidir. Yazılı olarak bildirilmelidir.

SPOR YARIŞMA SİSTEMLERİ

Yarışmaların düzenli bir şekilde organize edilebilmesi ön çalışma ve programların daha önce hazırlanmasıyla mümkündür. Program hazırlanırken;

- Yarışmaya katılan takım sayısı

- Ayrılan zaman

- Yönetecek hakem

- Yerleşme yerleri

- Sağlık ve ulaşım tedbirleri

- Emniyet göz önünde bulundurulmalı

Ülkemizde yerleşmiş ve yaygın bir biçimde uygulanan spor yarışma sistemleri şunlardır.

1- Lig Sistemi(puan sistemi)

2- Tek devreli lig sistemi

3- Çift devreli lig sistemi

A-Her takımın birbirleriyle turnuva sürecinde bir kez karşılaşma yapması anlamındadır. Yapılan maç sayısını saptamak için şu formül kullanılır.

FORMÜL>> Takım sayısı = n-1 X n / 2 = Maç sayısı.

Sözlü anlatım olarak müsamakaya katılan takım sayısı bir eksiğiyle carpılır ve ikiye bölünür. Örneğin, (8-1) x 8/2= 28 maç yapılacaktır.

1. GÜN 2.GÜN

1-8 1-2

2-7 3-8

3-6 4-7

4-5 5-6

ELEME SİSTEMİ: Müsabakaya katılan sayısı ya da ferdi sporcu sayısını fazlalığı ya da süresinin azlığı olduğu durumlarda kullanılır. Kazanan takımın bir üst tura çıkması diğerlernin eve dönmesidir.

A-TEK ELEME SİSTEMİ

Eğer katılan takım sayısı 4 ve 4ün katı ise takımlar hiçbir işlem yapılmaksızın sistem uygulanır.

Maç sayısı: takım sayısı-1

Maç sayısı: N-1

Katılan takım 4 ve 4ün değilse bir takım “bay” ilan ediliyor. Bu sayının üstündeki sayıda çıkarılır. Yani 13 takım varsa 16 dan 13 çıkarılır. 3 takım bay ilan edilir. Diyelim ki 18 takım var, bir sonraki kat olan 32 den çıkarılır. 32-18=12 takım baydır.

B-KARMA SİSTEM

Hem lig hem eleminasyon sisteminin kullanıldığı sistemdir. Türkiye şampiyonası, şampiyonlar ligi, dünya kupası eleminasyon sistemi ve grup düzeni gibi.

*Öncelikli grup, lig daha sonra eleme sistemi kullanılır.

4’lü grup eşleşmesi örneği,

A1

A1

B2

B1 A1

B1

D2

A1 (FINAL)

A2

C1

C1 C1

B2

B2

D1

ORGANİZASYON ---

YAZIŞMA,ONAY ve TAHSİSLER: Organizasyonu resmen başlatan işlemlerin toplandığı gruptur. Gereken faaliyetlerin belirlenmesi ve bunlara izin, onay alındıktan sonra(belgelenmek kaydıyla) yürürlüğe sokulması çalışmalarını kapsar. Bu çalışmaları, şu ana başlıklar altında sayabiliriz.

TAKIMLARA DAVET

Yazışmalar, yöresel, ulusal ve ya uluslar arası düzeyde organize edilebilirler. Yöresel ve ulusal organizasyonlarda da davet doğrudan kulüplere yapılır. Organizasyonun uluslar arası nitelik taşıması halinde ise, devletin ülkelerin milli federasyonlarına yapılmasında yarar vardır. Ancak, Avrupa kupaları, temsili müsabakalar, kulüplerin katılacağı özel turnuvalar gibi, doğrudan doğruya milli takımların değil de kulüp takımların iştirakıyla… Ayrıca devlet yazıları, eğer daveti yapan ülke vize istiyorsa, bu vizenin alınması içinde gereklidir. Davete cevap verilmeli katılıp katılmayacağını bildirmeli. Cevapta gecikme olursa ihraç ve para cezası verilir.


İZİN VE GÖREVLENDİRME ONAYLARI

Bir müsabaka organizasyonun üstlenilmesi halinde yapılacak olan ilk iş, bu organizasyona ait gerekli izin ve onayları almaktır. Organizatör devlet ise, bu prosedür devletin kendi birimleri arasındaki iç yazışmalarla işlemeye başlar. Organizatör devlet değil ise, işe önce devlet kademelerinden izin alınarak başlanması gereklidir. GSGM’ ye yapılacak başvuru ve alınacak izin ile,devletin diğer ilgili kademelerinin onayları sonrası, organizasyonun yapılması kesinlik kazanır.

MALİ ONAY

Bir organizasyonun belki de en zorlu kısmını bu aşamada yerine getirilmesi gereken işlemler teşkil etmektedir. Organizasyonun yapılacağı belli olduktan sonra hesap edilen harcamalar ve varsa gelecek katılma payları ve diğer gelirlerle tahmini bir bütçe hazırlanır ve mali sorumluların onayına sunulur. Zira devlet sektöründe mali sorumlular her ne kadar devlet teşekkülünün kadrosunda görev yapsalar bile, mali açıdan teşekkülün en büyük amirine değil, SAYIŞTAY’ a karşı sorumludur ve EMİR ALMAZLAR.

MÜSABAKA ALANLARININ TAHSİSİ

Organizasyonların yapılacağı tarih ve yerlere göre müsabaka alanlarının tahsisi, tüm spor branşlarının koordinasyonu sağlandıktan sonra faaliyet sezonu öncesinde yapılmaktadır. Ancak bazen yanlışlıkla aynı tarihte aynı spor alanına birden fazla organizasyon verildiğine rastlanır. Bu durumlarda çoğu kez spor alanı öncelik sırasıyla uluslar arası nitelik taşıyana, uluslar arası niteliği yoksa ulusal niteliği olana verilir ve diğer organizasyon başka bir yöreye ve ya spor alanına kaydırılır.

KOMİTELERİN KURULMASI

Müsabakalarının organizasyonu, değişik aşamalar için şu şekilde sıralanır.

1-ONUR KURULU

Spor bakanı organizasyon yapılan yörenin valisi, belediye başkanı, GSGM müdürü ve muavini, ilgili sporun uluslar arası federasyon başkanının yer aldığı komitedir. Herhangi bir görevi bulunmamakla beraber, protokol de temsil yetkisi mevcuttur.

2-KONTROL KOMİTESİ

Sadece uluslar arası organizasyonlarda kullanılan komitedir. Üyeleri ve başkanı ilgili spor branşının uluslar arası federasyonu tarafından seçilir. Organizatör ülkeden seçilen 1-2 kişinin haricinde diğer üyelikleri, ilgili spor konusunda uzmanlaşmış kişilerden oluşur. Organizasyonlarla ilgili üst düzey yönetim kararları bu komitede alınır ve gereken yerlere bildirilir. Organizasyonun beynidir.

3-ORGANİZASYON KOMİTESİ

Ulusal organizasyonlarda üst, uluslar arası organizasyonlarda alt düzey yönetim kararlarının alındığı komitedir. Tamamen organizatör ülkenin mensuplarından oluşur. Organizasyon için ihtiyaç duyulan çeşitli faaliyet alanlarından deneyim sahibi kişilerin bulunduğu bir topluluktur.

4-İCRA KOMİTESİ

Kontrol komitesi ve organizasyon komitesinin almış olduğu kararlar doğrultusunda, işleri yöneten komitedir. Üyeleri, ilgili spordan bir çok yönüne vakıf, karar verme yeteneğine sahip kişilerden seçilir. Bu üyeler organizasyonun sağlıklı yürüyebilmesi için çeşitli mekanlarda görev icra ederler ve her biri münferiden uygulama yapmak için yetkilidir. Başkanlık görevi ise genellikle organizasyonun komitesi ve ya kontrol komitesi üyesi de olan biri tarafından yerine getirilir.

YÖRESEL ORGANİZASYON KOMİTESİ

Yapılacak olan organizasyonun birden fazla yörede gerçekleştirilmesi planlanmışsa, her yöre için bir yöresel organizasyon komitesine ihtiyaç vardır. Organizasyon komitesinin yapı ve nitelikleri ile aynıdır.

ALT KOMİTELER

Her organizasyonda mutlaka mevcut olmayıp organizasyonun başarılı bir şekilde gerçekleşmesi için gerekirse, sadece belli bir hizmet ve ya işle uğraşmak üzere kurulan komitedir. Bu komiteler organizasyon komitesine bağlı çalışırlar ve kendi görev alanlarında yapılması gereken işleri üstlenirler. Üyelerinin uzman sıfatlarını taşımaları şart olmamakla beraber görev alanlarına yabancı olmamaları gerekir.

SPOR TEŞKİLATI FİNAL NOTLARI

HAZIRLAYAN,

TOLGA YALÇIN.

15 Ocak 2010 Cuma

321

Dün, Türk futbol tarihi için unutulmazlar arasında yerini aldı. Yapılan yayın ihalesi sonucunda Digitürk 2014 yılına kadar Türkiye 1.liginin yayın haklarını yıllık 321 milyon dolar karşılığında satın aldı.

Türkiye Futbol Federasyonu, özerkleştikten sonra kendi bünyesi içinde yaptığı çalışmaların meyvesini artık çok daha net alıyor. Bugün GSGM'nin bütçesinin çok daha üstünde bir rakama ulaşabilmesi bunun en büyük göstergesi hiç şüphesiz ki.

14.01.2010 tarihinde yapılan yayın ihalesi sonucunda Türk Futboluna aktarılmak üzere yaklaşık senelik 400 milyon dolar civarında bir kaynak yaratılmıştır. Şu an Avrupa'ya baktığımız da ödenen bedeller az gibi görünse de ligimizin kalitesine kıyaslanırsa eğer inanılmaz büyük bir para olduğunu görmezden gelemeyiz. Bir önce ki yayın ihalesinin bedelinin "YÜZDE 126" artış göstermiş olması da ayrı bir konu.Peki bu kadar büyük, Türk futbol tarihinin en büyük kaynağı ne kadar verimli kullanılacak? İşte bizim içinden çıkmamız gereken en önemli konu bu.

İhale yapıldıktan sonra Lig Tv'de Melih Şendil ile Şansal Büyüka'nın programını izledim. Şansal Büyüka önemli tespitlerde bulundu. Bunlardan en güzeliyse, kulüplerin bu ligin seyir zevkini arttırmak için ne yapması gerektiğini biliyor mu diye sorguladığı bölümdü. Sayın Büyüka çok haklı. Bugün dışarıda şu takımlara şu kadar para ödeniyor biz de ki de bir şey mi diye söylenenlere verilmesi gereken en önemli cevabı da beraberinde getiriyordu Sayın Büyüka; "Bugün İngiltere ligini yayınlamayan ülke yok,biz 3 büyüklerin maçlarını bile satamıyoruz!" Bunun üzerine bir söz söylemenin de pek manası yok gibi.

Sonuç olarak bu büyük kaynağın nasıl kullanılacağını, ülke futbolunun 2014 yılında ki ihalede gerçekten verilen bu değeri hak edip hak etmediğini bir kez daha sorgulayacağız.

Hayırlara vesile olmasını temenni ederiz.

9 Ocak 2010 Cumartesi

Teşekkürler ve cevaplar

Değerli okurlar,

Bir önceki "Hak aramak!" başlıklı yazımı yazarken sesimi duyurmak istiyordum. Bir şekilde bu sesi birilerine ulaştırmayı başardım. Öncelikle bu yazımı sporx.com adresinde yayınlayan Esat Dergi'ye teşekkürleri bir borç bilirim. Yazımın linkini twitter aracılığıyla takipçileriyle paylaşan Sine Büyüka'ya, ilgisi alakası için Ersin Düzen'e, son olarak da Türkiye'nin en çok izlenen programlarından biri olan "Spor Servisi" nde yazımın bir bölümünü yayınlayan ve görüşlerini paylaşan Fuat Akdağ ve Mehmet Demirkol'a ne kadar teşekkür etsem azdır.

Bu yazımla ilgili gerek olumlu, gerek olumsuz, bazen de soru işaretleriyle dolu eleştiriler aldım. Bu soruları cevaplandırmak ve bir şekilde kafalarda ki soru işaretlerini gidermek istiyorum.

"Hak aramak!" başlıklı yazıma gelen eleştirilerden bir tanesi bu isyanın saman alevinden ibaret olduğu ve bir kaç gün sonra unutulup gideceğiydi. Bu eleştiriye cevap vermek, "HAYIR!" diye haykırmayı gerçekten çok isterdim. Fakat bu sistem içerisinde bir kaç gün içerisinde unutulacak, kafalarda oluşan acaba bu adam haklı mı soruları yitip gidecek ve yine bildiğimiz tas-tarak hikayesi devam edecek gibi geliyor bana da. Ancak güzel olan bir şey var, artık bir yerlerde birileri bizim var olduğumuzu öğrendi. Bizim de sitem ettiğimizi, bir şekilde haksızlığa uğradığımızı gördü. Sorunun cevabına gelince ise, "belki yine hatırlatabiliriz."

Bu konuyla ilgili aldığım en güzel sorulardan bir tanesi değerli Ersin Düzen'den gelmişti. Sorusu aynen şu şekildeydi. " 5 sene okuduğunu söylüyorsun diğer tarafta 15 sene profesyonel oynamış biri var, bu hakkı değil mi?" Bu soruya kişisel olarak cevap vermiştim Sayın Ersin Düzen'e. Burada ise kafalarında bu soruları soranlara yönelik genel bir cevap daha vermek istiyorum. Şimdi değerli okur biraz beyin fırtınası gerçekleştirelim. Farz edin ki çok paranız var ve büyük bir gökdelen yaptırmak istiyorsunuz. Bu gökdelen için piyasadaki en iyi işçileri buluyor, en iyi firmalarla görüşüyorsunuz. Bu noktadan sonra bir de bu işleri planlaması için bir İnşaat mühendisi, mimarla görüşüyor ve projenizi onlara emanet ediyorsunuz. Bir mimar iyi sıva yapamaz, bir mühendis belki mala tutmasını dahi bilmiyor olabilir değil mi? Ama bir inşaat işçisi tuğlaları dizebilir,binayı sıvaya bilir. Peki sırf inşaat işçisi bu işleri yapabiliyor diye tüm gökdelenin mimari projesini yapı statiklerini ona emanet edebilir misiniz? Bir mimara, mühendise ihtiyaç duymadan gökdeleni dikebilir misiniz? Sanırım ne demek istediğim anlaşılmıştır.

Bloguma gelen güzel bir cevap ve beraberinde bir yazı vardı. Bu yazı sahibi Ömer Bilgin isimli benim gibi öğrenci bir arkadaşa aitti. Kendisi bu piyasada kim kendi işini yapıyor ki? diye sitem etmiş ve devamında yaz kampları, spor okulları gibi organizasyonlarda bulunduğunu belirtmiş. Bu sitemin dayanağı olarak benim 10 günlük kurslar yerine 4 senelik eğitim alınması gerektiğini belirtmem olmuş. Beraberinde "herkes aynı değildir." demiş.

Şimdi hem bu arkadaşıma, hem de bu konuya karşı çıkanlar için şöyle bir durum değerlendirmesinde bulunmak istiyorum. Değerli okurlar, sporun bir amacı vardır. Her daim de bir amaç uğruna yapılmıştır spor. Eski Yunan'da spor "en iyi ve en erdemli olana" ulaşmak için yapılan bir yarış olarak algılanmıştır hep. Başlangıç kaynağının ne olduğunu unuttuğumuz bir dünyada aslında birazdan savunacağım şeyler ne kadar anlamlı gelecek onları da göreceğiz. Biz akademisyen antrenörler okulda "motor öğrenme" "çocuk psikolojisi" gibi genç yaşlardan itibaren sporcuların nasıl yetiştirilmesi gerektiğini, onlara sporun bir eğlence aracı olduğunu sonuçların bir amaç olmaması gerektiğini öğretmeye çabalamak zorunda olduğumuzu ders olarak alıyoruz. Fakat çalıştığınız spor okullarına gelen daha 12-13 yaşlarında ki çocukların ailelerine baktığımızda hepsinin tek bir amacı var, çocuğum kulübe geçsin, futbolcu olsun, basketçi olsun çok para kazansın! Hani hep bahsedip durduğumuz sistem var ya işte bu ufacık çocukların oyun oynamasına bile izin vermiyor esasında farkında değiliz.

Bu sistem içerisinde küçük yaşta ki çocukların nasıl antrenman yapmaları gerektiğini bilmek, yüksek performans yani profesyonel takımda ki oyuncuları antrene etmekten çok daha zordur değerli okur. Küçük yaşlarda ki bir çocuğun alt yapı eğitimini iyi alamaması ileri ki yaşantısında onun maksimum performansını ortaya koymasını engelleyecektir. Özellikle ülkemizde alt yapılarda bu yaşlarda ki çocukların nasıl antrene edilmesini bilmeyen hocaların bulunması sebebiyle 70 milyonluk bir ülkede olimpiyatlarda zirveye oynayamayan, yüzmede madalyalar alamayan, futbolda dünya starları çıkartamayan bir toplum olarak duruyoruz. Hadi değerli okurlar, şapkalarımızı önümüze koyup düşünün. Neden her konuda bu kadar geri kaldığımızı bir düşünün. Bir de buna ilave olarak bunca zamandır sporun kimlerin elinde "oyuncak" olduğunu düşünün. Bu ülkeye dışarıdan gelen antrenörler hala ilk çalışmalarında profesyonel takımların en üst kademesine pas çalışması yaptırıyorsa vay halimize.

Son soru olarak değerli Mehmet Demirkol ve Fuat Akdağ'a yer ayırdım. Programlarında kendi üsluplarıyla bana göre oldukça güzel değerlendirmeler yaptılar. Merak ettikleri bir soru vardı, "Kinesiyoloji nedir?" Kinesiyoloji, insan anatomisiyle beraber, insan hareketlerini ve kemiklerini inceleyen bir bilimdir. Yani özetle, sizin kaval kemiği diye bildiğiniz kemiğin biz aslında tibia olduğunu öğreniyoruz. Bunun kaslarla nasıl ilişkili olduğunu darbelerde stres kırıklarında yapılacak müdahaleleri, iyileşme sürecinde nasıl antrenmanlar yapılması gerektiğini öğreniyoruz.

Bu yazı sonunda umarım merak edilenler bir nebze olsun giderilmiştir. Tüm ilginiz alakanız için bu yazıyı okumaya vakit ayıran herkese teker teker teşekkür ederim.

Saygılarımla.

4 Ocak 2010 Pazartesi

Hak aramak!

Değerli okurlar,

Bugün yazmayı istediğim konu aslında kendi mesleğim adına çok uzunca bir süredir devam eden fakat bu uzun süre boyunca sessizliğini bozmayı bir türlü başaramamış bir konuyla alakalı olacak.

Geçtiğimiz günlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yaptığı bir açıklamada artık ilaçların marketlerde satılmasının gündemde olduğunu ve bunun nedenleriyle ilgili bir takım açıklamalar yapmıştı. Bunun üzerine eczacılar ayaklanmış, eylemlerde bulunmuş bir şekilde kendilerine yapıldığını düşündüğü haksızlığı protesto etmişlerdi. O protestolar içerisinde gördüğüm bir yazı beni hem üzmüş hem de cesaretlendirmişti. O yazı aynen şu şekildeydi, " Ya FAKÜLTELERİ KAPATIN ya da BIRAKIN İŞİMİZİ YAPALIM!" Bu yazıyla senin ne işin var Tolga diyenleri ilgilendiren bölüme geldik.

Bildiğiniz gibi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu antrenörlük bölümü öğrencilerininde yıllardan beri kanamakta olan en büyük yarasıdır bu. Bakın değerli okur, eczacıların isyanını haklı görüyorsan bir de şunu dinle. Tam 8 yarı yıl, 4 sene boyunca antrenör olmak için eğitiliyoruz. Bu süreçte bu işin, psikolojik, fizyolojik, kinesiyolojik, anatomik, teknik ve şu an bir çırpıda bunları yazarken aklıma gelmeyen bir çok boyutunda eğitim alıyoruz. Burada almış olduğumuz dersler bizim bir sporcunun antrenmandan önce neden 8 dakika değilde 10 dakika koşması gerektiğini bilecek kadar ince detayını öğrenmemizi sağlayacak bilgilerdir. Hangi çeşit çalışmanın ne şartlarda ve nasıl yapılması gerektiğini, bir sporcunun antrenman içinde gelişimini sağlamak için hangi özelliklerinin nasıl sıralanması ve geliştirilmesi gerektiğini öğreniyoruz.

Ben bu iş için tam 3 senedir bu okuldayım. Aldığım yabancı dil eğitimiyle beraber 4.yılım. Hala bu okul bünyesinde eğitim almaya, kendimi geliştirmeye ve öğrenmeye devam ediyorum. Araştırıyorum, yabancı kaynaklardan, çağın gerektirdiği ve geliştirdiği teknikleri çok yakından takip ediyorum. Peki tüm bunları neden yapıyorum?

Türkiye Futbol Federasyonu, bol bol ve sık sık antrenörlük kursları açıyor. Bu kurslar yaklaşık 10 gün kadar sürüyor ve bu kursların neticesinde yapılan sınav sonucu antrenör adaylarına diplomalar veriliyor. Eğer ki profesyonel bir futbolcuysanız ve cebinizde paranız varsa (ki olmaması ne mümkün?) benim 4 hatta yabancı dil ile 5 yıl da aldığım diplomayı bir kaç ay içinde alabilirsiniz.

İşin en acı tarafına geldi sıra. 10 gün içerisinde bu kursta hap haline getirilmiş vaziyette, benim okulda aldığım derslerin "BİR KISMI" burada ki antrenör adaylarına öğretilmeye çalışılıyor. Sonucunda çıkan antrenörler vakti zamanında bir takımda çalışmış yeni emekli bir futbolcu olunca tanıdıkları yöneticiler vasıtasıyla hemen üst kademelerde çalışmaya başlıyor.

Bakın kendimden örnek vereyim. Bu dönem staj için İzmir'in en büyük kulüplerinden birinde çalıştım. Çalıştığım kademe yeni adıyla A2 bir önce ki ismiyle PAF takımıydı. Bu takımın başında UEFA A lisansa sahip bir antrenör bulunmaktaydı ve bu antrenör bu diplomasını federasyonun açtığı kursta almıştı. Buraya kadar zaten her şey yukarıda anlattığım şartların bir sonucu, şaşırtıcı değil. Bu kulüpte eski bir futbolcu da olan antrenörle çalışmaya başladığımız da hep bir adım geride durarak yaptıklarını ve futbolculara verdiklerini gözlemledik. Bu süreçte öyle büyük yanlışlar vardı ve tüm antrenman yanlışlar üzerine kuruluydu ki inanmak mümkün değildi. Her an sakatlığa davetiye çıkartmaya müsait bu antrenmanı büyük bir şaşkınlıkla izlemiştik. Bir antrenmanın soğuma devresine çeviklik ve kuvvet antrenmanı konulmasını gördüğümüz an inanamamıştık. Biz daha şaşkınlığımızı üstümüzden atamamıştık ki korktuğumuz başımıza geldi ve 2 oyuncu sakatlandı. Antrenman içinde yapılan çift kale maç, 1e 1 , 2ye 2 gibi savunma hücüm organizasyonlarının ardından yapıldı bu çeviklik ve kuvvet çalışmaları sayın okur yanlış duymuyorsun. Netice kaçınılmazdı.

Şimdi ben soruyorum eczacıları haklı görenlere, sizce biz de mağdur değil miyiz? Bir futbolcu illa ki antrenör olmak istiyorsa, okusun 4 senelik bu okulu öğrensin tüm bilimi geçsin takımın başına kim hayır diyor ki? Ama olmaz sayın okur, bizim ülkemizde reçeteyi market okur, futbolu mütahhitler yönetir çünkü.

Üzülüyorum değerli okur, haksızlığa tahammül edemiyorum. En iyisi olmak için çabalarken, birilerinin yanlışlarını kabullenerek bu işi yapmak istemiyorum. Fakat bunun için bu ülkenin daha milyonlarca fırın ekmek yemesi gerekicek ve bizde hep başkaları bu işi nasıl yapıyor diye aval aval izlemeye devam edeceğiz.

Saygılarımla.

2 Ocak 2010 Cumartesi

02012010

10 yıl önce milenyum çağına giriyoruz, dünyanın sonu geliyor zırvalarıyla doldurmuşlardı manşetleri hatırlıyorsunuz değil mi?

O günleri düşünüyorum da, benim kuzenim doğmuştu. Milenyum bebeği diye hastanede inanılmaz ilgiyle karşılanmıştı. Şimdi o kutlamaları ve coşkuyu gösteren hastane personeli, yönetimi hatırlıyorlar mıdır o yaptıklarını acaba? Buradan nereye varacağım, bazen bazı önemsiz olaylara gereğinden fazla önem veriyoruz. Gereğinden fazla yaygara koparıp, kendimizi tatmin ediyoruz sebepsizce. Yılbaşını geride bıraktığımız gün de aklıma bunların takılması pek tesadüf değil aslında. Haftalarca, belki aylarca bu iş için planlar yapan arkadaşlarımı düşünüyorum da, al oğlum bitti işte, ne değişti? Bir de takıntılarımız var ya hani, saatler tam 00.00'ı gösterdiğinde ne yaparsak tüm bir yılın o şekilde geçeceğine inanmak gibi. Dün epey kalabalık ve saatin 00.00'ı geçip geçmediğini anlamakta zorluk çektiğimiz bir mekandaydım. Kimileri öpüştü, sarıldı. Tolga şöyle bir süzdü masayı, kendisine en yakın kadehini gördü ve büyük bir yudum aldı tam 00.00'ken.

Bütün yıl içiyorum dostlar. Bilin, duyun. Her daim içmek için bulun hatta beni.

02012010, yılbaşını unutturan ilk gün. Bana eskisinden hiç bir fark göstermiyorsun. Hiç bir temenni, umut, varsayım işlemedi be oğlum. Yine de önyargılı davranmayacağım. Herkesin biraz şansa ihtiyacı vardır ne de olsa.

Kendimle konuşmam bitti, şimdi genellemelerime dönebilirim. Dönerim dönmesine de,bu yazının bitmesi gerektiğini hissettim. Kelimeleri bir araya toplamak zor değil de, milletin derdinin beni germesinden rahatsız oldum bak şu an. Bıraktım, herkes doğrularıyla mutlu olsun madem.

Haydi bakalım gençler, dağılın şimdi.

1 Ocak 2010 Cuma

bilmeni isterdim bir şeyi!

biten gidenlerin ardından yeni bir başlangıç arifesinde değil. bildiğin başlangıcın tam üstünde,içinde her yerindeyiz şu vakitte.

bürünmüş olduğumuz hafif kayık kafalar içinde ki cesur adamlar kadar gerçek fakat bi o kadar da ayık kafamla şunu söyleyebilirim ki, uzaklardasın şimdi dünya kadar!

Cem Özkan, sen iyi dileklerle bağlamışsın bu güzel şarkını eyvallah. Fakat!

_ ben, ben evet.

duymuyorum artık sesini, görmüyorum yüzünü. 1 yıl da herşeyin nasıl da değiştiğini vuruyorum yüzüme çünkü. bildiğin kendi kendime yapıyorum bunu.

_nasıl mı?

bir başıma uyuyorum bu gece. odamda, sakin sessiz.


İyi geceler 2010, uyandırma beni bitene kadar mümkünse.




dipCİK not: okuyan herkesin yeni yılına kutlu olsun.