Sen gittiğinden beri...
Ne olduğunu anlayamadım. Duyduğum sadece kapının sesiydi.
Dönüp baktığımda, ne sen vardın, ne de sana dair bir iz. Hepsi o kapıyla
beraber kapanmıştı sanki.
Bundan 9 ay kadar önceydi. Hava soğuktu ve ben çok
yalnızdım. Elindeki ceketi omzuma attığın o anı hatırlıyorum hala. O soğukta, o
yalnızlığımda bir tek sen vardın... O ceketi bırakıp, çekip gidebileceğini
beklerken ben, aylarca orada, yanı başımda kaldın. Hiç bir şey beklemeden, benden
başka...
Kovdum seni. Orada yalnızlığımı benden söküp alışına
tahammül edemedim. Beni bu kadar sevmeni kabullenemedim. Her zaman olduğu gibi,
beni seveni üzmekten hiç çekinmedim. Kırdım, attım.
Yalnız döndüm oradan. Bir başıma. Döndüğüm yerde, gözüm seni
arasa da; ne seni bulabildim, ne de sana dair bir iz. Senin o soğuk ve yalnız
adama geldiğin gibi, cesaretle gelemedim sana. Tek bir kelime edemedim. Sadece
özledim. Bir başıma.
Günlerden bir gün. Doğduğun gün. Hiç olmadığım kadar cesurca
gitti elim telefona. Adına... Kelimeler saklandıkları yerden çıktı, sadece
şükredercesine...
Kelimeleri sevdik sonra seninle günlerce. Yetmedi.
Hayat bizi kemirirken tüm gerçekliğiyle, biz hayallerle
mutlu olamaz olduk. Belki de en büyük bencilliği bu cümleye çoğul eki ekleyip
kendime söyleyip, yazarken yaptım. Çünkü benim gerçeklerim, bizim hayallerimize
engel olmuştu sadece...Yine kırdım. Sen hayaller kurdun, ben hayalleri yıktım.
Sonra da en acısı, kalbini kırdım.
Aylar sonra, sırf senin özlemin, sırf senin sevgine muhtaç
bir halde geldim gözümü karartıp. Elimde onlarca hayal, bir de sana olan sevgim
vardı. Sen yoktun.
Şimdi...
Sen yoksun. Hayaller, yok... Biz de. Sadece özlem, sadece
anılar var. Adına yazılan sayfalar...
Bir de bu şarkı,